Ergün Babahan, 5 Mayıs 2016 tarihli Güncel'deki, “Dersim-Hozat'ta, 78 yıl sonra, bir Toplu Cenaze Töreni” başlıklı yazısında, 'Hozat'ın Bargini mezrasında, 1937-38 yıllarında, Dersim'deki ayaklanma sırasında katledildikleri ve bir toplu mezara gömüldükleri iddia edilen köylülerin yeniden defin törenine katıldıktan sonra, şu dramatik yorumu yapmış: “Dersim'in çılgınca akan Munzur Nehri, onu sarmalayan Munzur Dağı, yamaçları, ovaları daha bulunmayı bekleyen on binlerce insanın kemiklerini bağrında saklıyor. Bir ulus devletin kuruluşunun kanlı tarihinin canlı tanığı bu bölge. Diline, kültürüne ve inancına sahip çıkmanın bedelini en ağır şekilde ödemiş bir halk yaşıyor bu topraklarda. Dersim'e döndüğümüzde, meydanda kurulmuş anma sergisinin kapısında (1937-38 Dersim); biraz ilerisinde ise, (2016-Cizre) yazılı bir tabelâ olması Kürtlerin bedel ödemeye devam ettiğini gösteriyor.” Yani, bu 'vatandaşa' göre, 'Kürt Katliamı' devam ediyormuş! Nasıl bu kadar gayrı millî olabiliyorlar? Niçin bu devlete bu kadar düşmanlar! Dünyanın bizden başka bir ülkesinde, bu kadar gayrı millî bir aydın sınıfı ve bu tür aydınlara bizim kadar müsamaha gösteren başka bir ülke var mıdır? Ergun Babahan gibi gafillere şunu hatırlatalım ki, Dersim harekâtı durup dururken olmadı. Bir ayaklanma vardı. Jandarma Karakollarımız basılarak askerlerimiz öldürülüyordu. II. Dünya Harbi kapıdaydı ve yurt içinde bütünlüğümüzün sağlanması gerekiyordu. Bu yapılırken, bugün aslâ tasvip etmediğimiz bazı münferit davranışlar olmuş olabilir. Ancak bunların, devletimizin kasıtlı olarak uyguladığı bir politika olmadığı bilinmelidir. Ernest Renan, 'Ulus Nedir?' sorusuna cevap aramak üzere verdiği bir konferansta şu çok anlamlı sözleri söyler: “Ulusun esasını, ortak çok şeyi bulunan, ama çok şeyi de unutmuş olan halk oluşturur. Her Fransız vatandaşı, 1572'deki Protestan kıyımını; hattâ, 13. yüz yılın Güney Fransa'daki engizisyonunu unutmak zorundadır!” Evet, doğru olan budur, ancak 'bizimkiler' sürekli olarak eski yaraları kaşırlar; ısrarla devleti tahkir etmeyi sürdürürler; yerelleşmeyi ve mozaik kültürünü savunurlar. Millî olan her şeye karşıdırlar. Batılı akıl hocalarının telkinleriyle, güçlü devleti değil, gevşek devleti savunurlar. Bu devletin bir üst kimliği olmasını kabul etmezler. 'Millî Birlik' dediğinizde 'Asimilâsyon' yaygarasıyla ortalığı birbirine katarlar. Evet, Türkiye bir Mozaik olmalı ki, parçalamak kolay olsun! Babahan'ın, Dersim-Cizre kıyaslamasına gelecek olursak: Bir devletin, ülkesinin bazı yörelerinde hendekler kazan, mayınlar döşeyen; özerklik ilân eden; devlet otoritesini tanımayan bir terör örgütünü yok etmek için harekete geçmesinden daha tabiî ne olabilir? Terör örgütü bu ayaklanma teşebbüslerinde, halkı da yanına almaya kalktı fakat başaramadı. Sur esnafının, HDP Diyarbakır milletvekili Ziya Pir'e gösterdiği basiretli tepkiyi hatırlatmak isteriz. HDP propagandası ve devlet düşmanlığı yapmak için bölgeyi ziyaret eden Ziya Pir, Sur'da ve diğer operasyon yapılan bölgelerde, yıkılan evleri devletin yıktığını söyleyerek, vatandaşı devlet aleyhine kışkırtmaya çalıştığında, Kürt vatandaşlarımızın şu cevabı tokat gibi milletvekilinin suratına inmişti: “Peki bu roketleri de devlet mi attı?” Kürt vatandaşlarımız artık devletin yanındadır. Bu bakımdan, basında pek yankı bulmayan, Diyarbakır'ın Dürümlü köyü halkının, köylerinden kovdukları PKK'lı hainleri takip ederken, 15 ton patlayıcı yüklü bir kamyonun uzaktan kumanda ile patlatılması sonucu, 16 vatandaşımızın hayatlarını kaybetmeleri çok anlamlı bir örnektir. Patlayıcı o kadar etkiliymiş ki, 16 vatandaşımızdan geriye ancak 60 kilo kadar bir et ve kemik yığını kaldığını hatırlatalım! İşte PKK gerçeği bu! Ne var ki, kafalarındaki 'Katliamcı Devlet' şablonu ile hadiselere bakan gafillerin, asıl katliamcının PKK olduğunu kabul etmeleri ne mümkün! Peki, ya bu devletin kurucusu olduğunu her fırsatta dile getiren CHP'ye sızmış izansızlara ne diyelim? İnternete giriniz ve CHP'nin Cizre Raporu'nu okuyunuz. Biz, rapordaki şu satırları şaşkınlıkla okuduk: “Cudi, Sur, Nur ve Yafes mahallelerinde sivil vatandaşların yaşam alanları ağır silâhlar, tanklar ve uçaksavarlar ile orantısız güç kullanılarak yerle bir edilmiş durumdadır!” İnsaf edin! 500 kahraman vatan evlâdını şehit verdik. Bir de orantılı güç mü kullanacaktık? Bu raporu yazanların, bu şehitler ve bu şehitlerin ana babalarının, eşlerinin, çocuklarının hiç dinmeyecek acıları umurlarında değil mi? Ne yazık ki, Batı'dan estirilen kozmopolitizm rüzgârları, bu ülkenin sol aydınları üzerinde öylesine etkili olmuştur ki, solun çok büyük bir kesimi, solculuğu 'devlete karşı olmak' olarak anlamıştır. Bunların pirlerinden olan Çetin Altan, 1997 yılında, Radikal Gazetesi'nde yayımlanan 'nasıl bir sol' konulu dizi mülâkatta gençleri şöyle 'aydınlatıyordu': “…Yani millet, bayrak, devleti değil, insanlığın ortak duruşunu hedefler sol anlayış. Ne demektir sol anlayış? Değişim demektir. E, peki doğada böyle bayrak, devlet sınır falan var mı?” Yok tabiî! O zaman, 'özgürleşmek' için bu 'Baskıcı Devleti' yıkacaksın! Peki, Emperyalizmin tahakkümüne, sömürüsüne kanlı senaryolarına karşı bizi koruyacak yegâne güç Millî Devlet değil mi? Millî Devlet yıkılırsa, bugün sahip olduğumuz özgürlükleri bile arayacağımızdan emin olabilirsiniz. Güçlü bir Millî Devletimiz olmazsa barış ve huzur içinde yaşayabilir miyiz? Mesele, bu millî devletin adaletle yönetilmesidir. Mücadelemiz de bunun için olmalıdır; devleti yıkmak için değil! Demokratik bir toplum inşa edebilmek için önce güçlü bir Millî Devletimizin olması gerektiğini ne zaman idrak edeceğiz? Cumhuriyeti asimilâsyon yapmakla suçlayan zavallılar, dönüp dünyaya bir baksınlar. Bir kere, Asimilâsyon bir ırkı yok etmek değil, Millî bir kültür yaratmaktır ki, dünyanın bütün millî devletleri bunu yapmıştır. Yoksa, bugünkü Millî Devletlerin hiçbiri ortada olmazdı. 'Türk Milleti adını benimsetmek için, başka etnik kökenleri ezmişiz, yok saymışız, asimilâsyona tâbi tutmuşuz!' Bunu söyleyenlerin ABD'den Çin'e, Almanya'dan İtalya'ya ikinci bir milletin oluşmasına müsaade edilmediğinden; ABD'deki entegrasyon eğitiminden haberleri bile yok. Okumuyorlar ki! Rahmetli Uğur Mumcu'nun çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Bizim aydınlar yazarlar fakat okumazlar!” Prof. Mehmet Emin Köktaş'ın, bu 'ASİMİLÂSYON' yaygaraları konusunda yaptığı bir tespiti burada paylaşmak isteriz: “Avrupa'da Fransız ihtilâlinden sonra esmeye başlayan milliyetçilik rüzgarı, millî devletlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bilim ve teknolojideki büyük değişikliklerle Batı'nın üstünlüğü ele geçirmesine paralel olarak, siyasî ve içtimaî değişimler kendini göstermeye başladı. Orta Çağ'ı biçimlendiren feodal yapının çözülmesi, kentleşme, sanayi ve ticaret burjuvazisinin ön plâna çıkması, aristokrasinin yanında iktidara ortak olması hattâ aristokrasiyi ezip geçmesi, iç pazarın genişlemesi millî devletleri doğurdu. Modernleşme bu tür karmaşık süreçleri kapsamakla birlikte aynı zamanda türdeşleştirici ve tektipleştirici bir süreçtir. Toplumları; hayat tarzları, dil, kültür, eğitim, siyaset, ekonomi vb. alanlarında tektipleştirir ki, bu da aslında gelişmelerin yarattığı bir zorunluluktur. Buna asimilâsyon yaygarasıyla gösterilen tepkiler aslında bütün bu gelişmelere karşı çıkmaktan başka bir şey değildir. İç pazarın gelişmesi, bunun kontrolünü ve güvenliğini sağlayacak bir merkezî otoritenin güç kazanması, ticaretin daha güvenli bir hâle gelmesi, ülke genelinde insanların bir dille anlaşmaları çağın bir gereğidir. 1870 yılında İtalyan Birliği kurulduğunda İtalyanların ancak yüzde 4'ü İtalyanca konuşabilmekteydi. Fransız Devrimi sırasında Fransızca okuyup anlayabilen, bu dili konuşabilenlerin oranı yüzde 12'yi geçmiyordu. Almanlar için bu oran yüzde 17 civarındaydı” (ESAM yayınları, 2014), s. 414). Bilmiyoruz anlatabildik mi? Avrupa ve Amerika'daki uygulamalar; bırakınız asimilâsyonu ırkçılık kokmaktadır. Türk Milleti'nin tarihinde ırkçılık yoktur. Irkçı olsaydık, hiç, günümüzdeki bu etnik sorunları yaşar mıydık? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.