Bu yazıyı, 19 Mayıs sabahında yazıyorum. Televizyonda Âşık Mahsunî'nin, “Sarı saçlım mavi gözlüm” isimli harika bestesi çalınıyor. Selda Bağcan'ın, insanın ruhunun derinliklerine hitap eden yorumunu huşu içinde, gözlerimde yaşlarla dinliyorum. Şuna inanınız ki, Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, emperyalizm, bugün bu coğrafyayı kan gölüne çeviremezdi. O büyük insan bir on yıl daha yaşasaydı; Tanzimat aydınlarının millete bulaştırdığı Batı hayranlığı virüsünden eser kalmazdı. Atatürk'ten sonra, O'nun titizlikle koruduğu tarafsızlık siyasetini terk ederek, İsmet Paşa eliyle Batı İttifakına katıldıktan sonra, başımıza gelmeyen belâ kalmadı. Rahmetli Menderes'in asılmasının sebebi, bu ittifak içindeki pozisyonumuzun yarattığı bağımlılığı, Rusya ile ilişkileri düzelterek dengelemek için attığı adımlardı! 27 Mayıs Darbesi olmasaydı, Menderes Temmuz ayında Rusya'ya gidecek, Kruşçev de iadeyi ziyarette bulunacaktı! Küçük Amerika sevdası işte bizi, bu Karikatür Demokrasiye sürükledi; Millî Devleti Millî Bürokrasiyi bu uğurda feda ettik! Ortada, 'DUR' diyecek bir Millî Güç, Millî Kurum kalmadığı için, hiçbir demokratik ülkede yaşanması aslâ söz konusu olamayacak şeyleri yaşar olduk! Ermeni Meselesi, PKK Meselesi, Devletteki Cemaat hâkimiyeti, Ege Denizi'nin neredeyse bir 'Yunan Denizi' duruma getirilmesi, komşularımızla 'Sıfır Sorun' derken, 'Sıfır Komşu' durumuna sürüklenmemiz; Rusya, Irak, Suriye ve Libya'ya karşı uygulanan millî menfaatlerimizle bağdaşmayan siyasetler; Batı'ya bağımlı iktidarlar ve siyasî partiler; Montrö'nün rafa kaldırılması ve Karadeniz'in bir NATO gölü hâline gelmesi anlamına gelecek tehlikeli girişimler; Gürcistan'ın NATO'ya girmesi için çabalanması; bu suretle Rus uçağının düşürülmesi geriliminin üstüne, bizi Rusya ile daha sert bir şekilde karşı karşıya getirecek girişimler ve bu kadar yüksek hain kotası Batı ittifakı içinde, millî reflekslerimizi kaybetmiş olmamızın acı sonuçlarıdır. Akademisyenlerin şu mahut bildirisi de, işte, devletteki bu millî refleks kaybının bir sonucudur. Millî Devlet yapımız böylesine derin zaaflara sürüklenmeseydi, bu ülkenin üniversitelerinde görevli akademisyenler böyle bir bildiri yayınlamayı akıllarına bile getiremezlerdi. Güneydoğu'daki operasyonları eleştiren bu densiz bildiriyi, PKK'nın ve dış odakların kara propagandasının etkisi altında, 'Ne olmuş yani; bu ülkenin akademisyenleri bildiri yayınlamayacaklar mı? Bu ülkede düşünce özgürlüğü yok mu?' diye düşünerek normal karşılayanlar olabilir. Hukuk Devleti, Bağımsız Yargı bakımından bazı önemli sıkıntılarımız elbette var; fakat şunu hatırlatalım ki, bazı konularda; meselâ, devletimizin bütünlüğünü ve iç barışı tehdit eden Etnik Bölücü Hareketin ve bazı İslâmcı grupların faaliyetleri bakımından, ülkemizde, Batı'da bile örneği görülemeyecek bir müsamaha ile karşı karşıya bulunduğumuz da bir gerçektir. Kur'an der ki, “zanla hareket etmeyin, bilgi ile hareket edin!” Bu bakımdan önce şu akademisyenler ne istiyorlarmış bir bakalım! Bildirinin özeti şu: “Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını Sur'da Silvan'da Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silâhlarla saldırarak yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere, anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan, hemen tüm hak ve özgürlükler ihlâl edilmektedir. Bu kasıtlı ve plânlı kıyım… Devletin, başta Kürt halkı olmak üzere, tüm bölge halklarına gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, müzakere koşullarını hazırlanmasını, hükümetin Kürt siyasî iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz…” Şu küstahlığı bakın! Siz gidin, bir ültimatomdan farksız böyle bir bildiriyi bir Batı ülkesinde yayınlayın bakalım! Fransa'nın bir terör eyleminden sonra, ülke genelinde 'Olağanüstü Hâl' ilân ettiğini hatırlatırız! AKP iktidarı, askere yetki vermekten çekindiği için, bunu yapmadı; yapmıyor! Zaten, terör örgütü yok edilmeden, Güneydoğu'daki olağanüstü hâli kaldırmaları çok vahim bir hataydı. Taç giyen baş akıllanır derler ya; 'Dersim Katliamı' diyerek, Tek Parti Dönemini suçladıklarına belki şimdi pişmandırlar. Çünkü; devlet o gün ne yapması gerektiyse onu yapmıştı. Bugün de devletimiz yapması gerekeni; üstelik, bir hayli geciktikten sonra yapmaktadır! Bu kadar şehidin sebebi de işte bu gecikmedir! Ülkemizin terör belâsından kurtulması için, terör örgütüne psikolojik destek mahiyetindeki bu tür bildirilere, kanunlar çerçevesinde müdahale edilmelidir. Bilinmelidir ki, bu tür bildiriler ve televizyonlardaki açık oturumlarda, Etnik Bölücü Hareket mensuplarının 'Özgürlük Savaşçıları' ya da 'Gerilla' olarak tanımlanması, terör örgütüne dış destekten daha etkili bir psikolojik destek işlevi görmektedir. Akademisyenler Bildirisi ve buna benzer bildirilere imza koyanların, zihniyet olarak, “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları taşıyanlardan bir farkları olmadığına inanıyoruz. Bunların, Türk Milleti'nin uğradığı bir felâket karşısında 'Hepimiz Türk'üz' diye slogan attıkları görülmüş şey değildir! Dünyanın herhangi bir ülkesindeki aydınlar, ülkelerinin millî güvenliğini bu boyutta tehdit eden, bu kadar eli kanlı bir terör örgütüne destek mahiyetinde böyle bildiriler yayınlamazlar. Bu cüreti gösterenler de, o ülkelerin üniversitelerinde barındırılmazlar! Bugün bu ülkede, bu kadar gayri millî bir aydın sınıfının varlığının sebebi, Atatürk'ten sonra iltihak ettiğimiz Batı İttifakının telkinleriyle, Millî Eğitimimizin müthiş bir dönüşüme uğratılarak, sözde 'Çağdaş Eğitim' adı altında, millî değerlerimize, millî kimliğimize ve tarihimize kayıtsız nesiller yetiştirilmesidir. Atatürk'ü tanımayan 'Kör Milliyetçi' ya da, milliyetçiliği 'Gericilik' olarak anlayan zihniyete sahip nesiller de, bu gayri millî eğitimin ürünleridir. Ne yazık ki, bu anlayışla yetiştirilen gençlerimiz, dış odakların ve etki ajanlarının her türlü yıkıcı telkinlerine açık bir duruma gelmektedirler. Kendi ülkelerinde bırakınız milliyetçiliği, ırkçı uygulamalar içinde olan Batı, bize kozmopolit bir zihniyeti tavsiye ediyor! Milliyetçiliğin 'tehlikeleri' konusundaki şu 'uyarılar' da bir ABD'li politikacıdan: “Milliyetçilik bu yüzyılın en güçlü gerici kuvvetidir. Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını engeller, ekonomik ve kültürel gelişmeyi durdurur. Amerikan halkının misyonu, millî devletleri tarihe gömmek, onların kalan halklarını daha küçük birimlerde birleştirmektir.” Evet; Batı ajanı ya da Batı hayranı devşirilmiş aydınların takip edecekleri rota budur! Dünün hızlı solcularından Nabi Yağcı'nın bir mülâkatında yaptığı şu tespitler de bu rota ile tutarlıdır: “Sol milliyetçi olamaz. Antiemperyalizm söylemiyle milliyetçilik yapıyorlar. Koca profesörler 'AB bizi sömürecek' diyor, utanıyorum. Marks devleti baskı aracı olarak tarif ediyor. Peki, sol o zaman nasıl devletçi olabiliyor? Kemalizm devleti korur. Solcular Kemalizm'le hesaplaşmak zorunda. Solcu olduğum için AB'yi hararetle destekliyorum. Kendimi düne göre daha çok solcu hissediyorum, bugün Marks'ı daha iyi anlıyorum ve bir solcunun AB üyeliğini desteklemesi gerektiğini düşünüyorum!” Şu zihniyete bakar mısınız? 'Solcu olmak için Emperyalizme değil, devlete karşı durmak; Emperyalizmi bu kutsal topraklardan def eden Kemalizm'le hesaplaşmak gerekirmiş!' Sömürünün katmerlisi ve milletin köleleşmesi için millî devletin çökertilmesi, millî ve mânevî değerlerin tahrip edilmesi ve kozmopolit düşüncenin iyice benimsenmesi; gençlerimize şan ve şerefle dolu tarihimizin unutturulması gerekiyor. Karen Fogg Hanımefendi, “Türkleri tarihlerinden koparmalıyız” diye buyurmamış mıydı? Bir vahim gerçek de, Avrupa Birliği üyeliğinin, neredeyse tüm siyasetin Millî Hedefi durumunda olmasıdır! Bunların hedeflerinin Türkiye'yi yok etmek olması kimin umurunda! PYD kimin 'Kara Ordusu'? Kandil'deki Çete Başlarının tepelerine binmemizi kim engelliyor? PKK'yı bugüne kadar kimler besleyip büyüttü? Küçük Amerika olmak sevdasıyla millî ve manevî kıbleleri kayanların Stockholm Sendromu'na tutulmaları kaçınılmazdır! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.