Çanakkale bir etnik kimliğe mal edilemezmiş! Bu nasıl bir anlayıştır? Nerede ise “Türk”, “Türk Milleti”, “Türk Ordusu” demek ırkçılık olarak suçlanacak! Düşmanlarımızın bile bu millete “Türk Milleti”, Ordumuza “Türk Ordusu” dediğini hatırlatmak isteriz! Muhammed İkbal, İstiklâl Harbi'ni kazanmamız için “Kardeşlerim! Türkler, on asır müddetle İslâm'ın şerefini yüceltmek için savaşan ve on asır müddetle İslâm'ın Avrupa'ya üstünlüğünü temsil etmiş olan büyük milletin çocuklarıdır” diye dua ederken Irkçılık mı yapmaktaydı? Ey izan! Bizi hepten mi terk ettin? Çanakkale Deniz Zaferi'nin kutlandığı gün, Silivri savcısı da Esas Hakkındaki Mütalâasını verdi; tutuklu olarak yargılanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin eski Genelkurmay Başkanı hakkında savcının talebi 'Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis!' Şu ironiye bakın ki, aynı gün BDP heyeti İmralı'daki, Müebbede Mahkûm Çete Başı ile 3. görüşmesini yapmaktaydı! Gaziantep'te, Nevruz kutlamasından sonra yürüyüş yapan BDP'liler “Kürdistan TC köpeklerine mezar olacak” diye slogan atmış! 'Taşları Bağlamışlar Köpekleri Salmışlar' demenin tam yeri değil mi? Bundan 10 yıl önce, tahayyül bile edemeyeceğimiz vahim hadiseler yaşıyoruz. Millete 'Barışçı Çözüm' diye kakalanmak istenen bu bölünme senaryosu 'Dostlarımız' tarafından yıllardır kurgulanmaktaydı! Sarı öküzü bir kere vermeyegörün; gerisi işte böyle çorap söküğü gibi geliyor! Dışişleri Bakanımız Diyarbakır'ı ziyaret etti. Dışişleri Bakanları genellikle yabancı ülkeleri ziyaret eder! 'Demokratik Özerkliğin' tartışıldığı bugünlerde yapılan bu ziyaret ilginç değil mi? Sayın Bakan yaptığı konuşmada, Amerika'nın Türkiye'yi parçalama projesinin makyajı olduğu bilinen 'Yeni Osmanlı' hayalinden söz etmiş; 'Türkiye eskiden yönettiği topraklarda yeniden söz sahibi olacakmış! Misak-ı Millî'nin eksik kalan parçaları tamamlanıyormuş!' Eğer bu hayale gerçekten inanılıyorsa durum vahim demektir. Yok eğer 'İnanıyor görünüyorlarsa' durum daha da vahimdir. BOP Projesi çerçevesinde öngörülen 'Büyük Kürdistan'ın' hayata geçirilmesi söz konusudur. Bu Kukla Devlet, Türkiye'nin hâmiliğine verilerek, Türkiye önce 'sözde' büyütülecek; sonra küçültülecektir. Bu 'yemsiz olta' nasıl yutulur anlaşılır gibi değil! Bakalım; millet yutacak mı? Bu masallara gerçekten inananlara Osmanlı'yı bu 'Dostların' tarihten sildiğini; İngiltere Başbakanı Llyod George'un “Türkleri Balkanlardan sildik; Anadolu'dan da kovacağız” sözleri hatırlatırız! Bizim, I.Dünya Harbi'ne girerek, koca bir imparatorluğu kaybetmemizin sebebi de bu hayalciliktir. Harbe, Enver Paşa'nın bir oldubittisiyle, 'ganimetten pay kapmak' sevdasıyla girdiğimiz inancında olan Falih Rıfkı Atay, 'Osmanlı bu harbe girmek zorundaydı' yaygın kanaatinin aksine, harbin dışında kalmamızın mümkün olduğunu, bunun çok da iyi sonuçlar doğuracağını belirttikten sonra, şu çok önemli değerlendirmeyi yapıyor: “Daha bir iki ay beklemiş olsaydık, iki taraf da bizi el üstünde tutacaktı. Düyûn-i Umumiye'yi, demiryollarını idaremize soksak büyük gelir sağlayacaktık. Harp sürdükçe büyük devletler zayıflayacakları için kapitülâsyonlardan ve her türlü yabancı baskı ve kontrol şartlarından kurtulacaktık. Birinci Dünya Harbi'nde iki milyon kurban verdikten sonra dahi Kuvay-ı Milliye ile başa çıkamayan Batılı devletler, bütün ordusu ayakta duran İmparatorluğa karşı elbette herhangi bir harekette bulunamayacaklardı. Biz Birinci Dünya Harbi'ne hırs değil, cahillik yüzünden girmişizdir. Almanlara satılmamışızdır. İttihatçılar vatan satıcısı değillerdi. Liderlerinin hepsi parasız ve yardımsız düşman kurşunlarının altında can vermişlerdir. Fakat bir umumî dünya görüşünden, realiteleri elde tutarak ve karşılaştırarak uzun vadeli hesaplar yapmak ve hükümler çıkarmak gücünden yoksun idiler. Hiç olmazsa kendi partileri içinde serbest bir denetleme olsaydı gene de kendimizi koruyabilirdik” (“Çankaya”, s. 18,120). Aynı hata II. Dünya Harbi'nde de tekrarlanacaktır. İsmet Paşa, 1939 yılında İngiltere ve Fransa ile bir ittifak yaparak. Atatürk'ün tarafsızlık siyasetine en büyük darbeyi indirecektir. Bu ittifak sebebi ile hem Almanya'nın hem Sovyetlerin husumeti kazanılacaktır! Daha sonra 1941'de, Almanlarla bir Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanacak; Almanların iğvasıyla 'Sovyetlerden toprak koparmak hayali ile' akıl dışı bir Turancı siyaset izlenecektir! Almanların yenileceği anlaşılınca, bu defa, Sovyetlere şirin görünmek için, milliyetçiler 'Turancı' suçlaması ile tutuklanacaktır! Sovyetler bundan etkilenmeyince bu defa, 'Sovyet Tehdidi' var denilerek ülke Amerika'nın kucağına oturtulacaktır! Atatürk'ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, “Tarafsız kalsaydık, bu boyutta bir seferberlik ilân etmemize gerek kalmayacağını, ürettiğimiz her şeyi savaşan devletlere satarak büyük kazanç sağlayacağımızı, milletlerarası ilişkilerde itibarımızın artacağını; buna karşılık, İkinci Dünya Harbi'nde halkımızın sıkıntılar içinde kaldığını, iyi bir ekmek bile yiyemediğini; nihayet müttefikimiz İngiltere'nin bize sormadan On İki Ada'yı Yunanistan'a verdiğini” hatırlatmaktadır (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1490)! Tevfik Rüştü Aras, Türkiye kararlı bir durum göstermediği için, Balkan Paktı'nın işlevsizleştiğini, bu yüzden İtalyan ordularının Yunanistan'a kadar indiğini; İtalyanlar Yunan ordusu karşısında başarısız olunca, Hitler'in Balkanlara inmek zorunda kaldığını da belirtmektedir! Hâlbuki, Resmî Tarih İnönü'nün dehası sayesinde II. Dünya Harbi'nin dışında kalarak kazançlı çıktık diye yazmaktadır! Aynı hataları tekrar tekrar yaşamak zorunda mıyız? Ne yazık ki, tarih iyi okunmayınca aynı hatalar defalarca tekrarlanabiliyor. Nasıl bir propaganda bombardımanı altında bulunduğumuz meydandadır. Halka gerçekleri anlatan televizyon ve gazete sayısı bir elin parmaklarından daha da azdır. Bu şartlarda halkımıza, karşı karşıya bulunduğumuz vahim durumu anlatmak pek o kadar da kolay değil. Fakat her şeye rağmen bir uyanışın başladığı da görülüyor. Meselâ Silivri cezaevinde tutuklu bulunan iki generalimizin bir gazeteye yazdıkları mektuptaki tespitlerini biz önemli bir gelişme olarak değerlendirmekteyiz. Generallerimiz her şeyi NATO üyeliğine bağlıyorlar. Doğrudur; fakat eksikleri var. Gelecek yazımızda bu konu üzerinde duracağız. Çünkü içinde bulunduğumuz felâketten kurtulmak için hangi hatalarla bu noktaya geldiğimizi iyice kavramak gerekir. Yani önce aydınlar aydınlanmalıdır. Meseleleri doğru kavrayan aydınların halka yapacakları önderlikle bu felâketleri savuşturabilir, ülkenin bütünlüğünü koruyabiliriz. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.