Sorumsuz Cumhurbaşkanının, sorumsuzca propaganda faaliyetlerine katıldığı, son derece seviyesiz bir seçim sürecinin sonunda, Genel Seçimler yapıldı. Biz bu yazıyı kesin sonuçlar hakkında bilgi sahibi olmadan yazıyoruz; zaten sonuçları pek de önemsemiyoruz. Çünkü kamuoyu araştırmalarında barajı geçeceği belirtilen partilerin, ülkeyi Batı'nın vesayetinden kurtaracak Bölge Merkezli bir siyaset plânları olmadığını ve olamayacağını biliyoruz. 2001 krizinde, 'kurtarıcı' olarak Amerika'dan getirtilen Kemal Derviş yine gündemde! CHP Genel Baş-kanı, ekonomiyi bu zata teslim edeceğini söylüyor! Yani ekonomimizin ipleri yine Batı'nın elinde olacak! Bu ülke-de zaten, 2001'den beri bu zatın belirlediği program; da-ha doğrusu Batı'nın İktisadî reçetesi uygulanmıyor mu? Atatürk'ün kurduğu CHP'nin yönetimine, bugün hâkim olan 'Yeni CHP' anlayışı, 'Biz 1930'ların partisi değiliz' diyerek reddi miras ediyor! Aslında bu anlayış 1940'larda başlayan bir sürecin son aşamasıdır. Daha 1940'larda, partinin yayın organı olan Ulus gazetesinde, Atatürk'ün devletçi siyasetini eleştiren yazılar yayınlanmaya başlamıştı! Daha savaş bitmeden, 17 Şubat 1945'te Amerika ile imzalan ilk İkili Antlaşma ile, rotanın artık Batı'ya kırılacağının işareti verilmişti! Sonrasında, Atatürk'ün onca uyarısına rağmen, Kapitalist/Emperyalist sisteme eklemlenerek, ülke ekonomisini ayağa kaldıran Plânlı Karma Ekonomi siyasetinden vazgeçilmiş ve ülkeyi Batı'nın Açık Pazarı durumuna getirecek bir ekonomi siyaseti kabul edilmiştir! Bu bağımlılık ilişkileri, 'hiçbir zaman Tam Üye yapılmayacağımız' Avrupa Birliği aday üyeliği ile pekiştirilecek ve 1995 yılında, Osmanlı'yı bir yarı sömürgeye dönüştüren 1838 tarihli Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşmasından hiçbir farkı bulunmayan, Gümrük Birliği Anlaşması ile taçlandırılacaktır. Bu anlaşma yüzünden ödediğimiz onca bedele rağmen, anlaşmanın 2016'da yenilenmesinin kararlaştırılması ve bu konuda muhalefetten en küçük bir eleştiri bile gelmemesi Batı'ya nasıl bir bağımlılık içinde olduğumuzun da kanıtıdır. CHP'deki bu 'Yenileşmenin' tarihi aslında eskidir. Biz daha Erdal İnönü'nün, Başbakan Yardımcısı olduğu tarihte, Başbakan Süleyman Demirel'le birlikte Diyarbakır'da, “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklamasını yaptıklarında kuşkulanmıştık. Millî Devlet'e ve Türk Kimliğine taarruz bundan sonra daha da hızlanmıştır. Ne yazık ki, o günlerde Batı'nın nasıl bir kumpasına gelindiği anlaşılamamış ve daha o gün buna karşı çıkılmamıştır. Daha sonra büyük umutlarla partinin başına getirilen Deniz Baykal, iş adamlarına verdiği bir yemekte, bir iş adamının, partinin sembolü olan “6 OKU” eleştirmesi üzerine, “Buna takılıp kalmayın; o 6 Ok bizim aile fotoğrafımız. Odamızın en saygın yerinde asılı, ona dokunmayız. Ama o ilkeleri bugünün çağdaş anlayışına göre yorumluyoruz!” diyecektir! CHP Genel Başkanına göre, Atatürk ilkelerini günümüzün çağdaş anlayışı ile kaynaştıracak olan hedefler şunlardır: “Avrupa Birliği'ne girmek! Pazar ekonomisine sahip çıkmak! Yabancı sermayeyi ülkeye çekmek” (Tufan Türenç, Hürriyet, 28.12.2001)! Bunları niçin hatırlatıyoruz? Çünkü bu coğrafyada tek parça olarak varlığımızı sürdürebilmemizin ancak 6 OK'u sahiplenmekle ve Atatürk'ün, Tam Bağımsızlıkçı politikalarına dönmekle mümkün olacağını iyice anlamamız ve günümüzün CHP'sinin böyle bir niyetinin olmadığının iyice bilinmesi gerekmektedir de ondan. Bu kutsal topraklar için tasarlanan emperyal projelerin ve işbirlikçilerinin bertaraf edilebilmesi için, mutlak surette 1930'ların Kuvayı Milliye ruhunun benimsenmesi şarttır. Bu ruhu benimsemeyenler Atatürkçülükten ve Milliyetçilikten söz edemezler. Şunu da belirtelim ki, 6 OK'u kim savunuyorsa Atatürk'ün partisi de odur. Türkiye'nin 1940'lı yıllarda, Batı İttifakı içinde yer almasının nelere mal olduğunu çok iyi bilmek durumundayız. Ercan Dolapçı, Aydınlık'taki 27.05.2015 tarihli yazısında, Bulgaristan'dan ülkemize göç eden Ahmet Hezarfen'in onurlu mücadelesinden söz etmiş. Sayın Dolapçı'nın şu tespiti insanı hüzünlendiriyor: “1951 Ocak ayında ailece Türkiye'ye göç ettiler. Artık Bulgaristan'da başka rüzgârlar esiyordu. Soğuk Savaş'ın sert rüzgârları onları da etkilemiş; Bulgaristan'daki kardeşlik, yerini ayrımcılığa bırakmıştı. 250 bin Türk Türkiye''ye zorla gönderildi!” Biz Soğuk Harp'te Amerika Cephesine gönüllü olarak katıldık! Bugün bile Batı'ya iltihakımızın gerekçesi olarak öne sürülen 'Sovyet Tehdidi'nin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur! Ne yazık ki, Prof. Niyazi Berkes'in, “Unutulan Yıllar” kitabında anlattığı ve 'Kaybolan Yıllar' diye tanımladığı 1940'lı yıllar, aydınlarımız tarafından bilinmemektedir. Hâlbuki, bugünkü bağımlılıklarımızın temelleri o yıllarda atılmıştır. Meselâ anti komünizm en kaba biçimiyle, II.Dünya Harbi'ni müteakip, Amerika'dan önce bizde başlamıştır! Atatürk'ün anti emperyalist milliyetçiliğinin anti komünizme evrilmesi de; Ilımlı İslâm siyasetinin benimsenmesi de bu tarihlerdedir ve mimarı Amerika'dır. Hâlbuki, Atatürk'ün sağlığında, siyasî sistemine karşı olmakla birlikte, İstiklâl Harbimizin en güçlü destekçisi olan Rusya ile dosttuk! Taksim Anıtında Atatürk'ün hemen arkasında bulunan iki kişi, Sovyet generalleri Voroşilov ve Frunze'dir! 1933 yılında uygulamaya başladığımız I. 5 Yıllık Plânı, Rusya'nın gönderdiği, Prof. Orlof başkanlığındaki bir heyet bilâ ücret hazırlamıştı. Rusya ile öyle sıcak ilişkilerimiz vardı ki, Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun hatıralarından, Velidedeoğlu dahil 40 kişilik bir öğretmen heyetinin, 1936'da Moskova'ya gönderildiğini öğreniyoruz (“Türkiye'de Üç Devir” s. 270)! Tarafsızlık siyasetinin terk edilmesinden sonra, önce Rusya ile, daha sonra da Doğu Bloğu ülkeleri ile ilişkilerimiz bozulacaktır. Bu durum, bu ülkelerde yaşayan soydaşlarımızın da büyük sıkıntılar çekmelerine sebep olacaktır. Hâlbuki, Atatürk'ün titizlikle takip ettiği tarafsızlık siyaseti sürdürülseydi her şey çok farklı olabilirdi. Evet, Soğuk Harp'ten önce Sovyet Rusya ile ve Bulgaristan'la aramızda kardeşçe ilişkiler vardı. Eğer Soğuk Harp'te Batı'nın safında yer almasaydık bu kardeşçe ilişkilerin süreceği muhakkaktı. Bunlar iyi bilinmelidir. 27 Mayıs'tan sonra, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'den, Cemal Gürsel'e gelen 28 Haziran 1960 tarihli mesajdaki şu tespitler de bunu işaret etmektedir: “Eğer, Türkiye tarafsızlık yolunda kalmış olsaydı, kuşkusuz memleketlerimiz arasında en içten ilişkiler kurulmuş olacaktı. Bu durum, ülkelerimize yalnızca yararlar sağlayacaktı. Türkiye'nin kendi imkânlarını, büyük giderler gerektiren askerî hazırlıklar için değil, memleket ekonomisinin kalkınması ve halkının refahı için kullanması imkânı doğacaktı” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1591)! Kırım Tatarlarının sürülmesinin asıl sebebi de, Türkiye'nin telkinleriyle, Nazilerle işbirliği yapılmaydı! Türkiye, Sovyet düşmanlığını tahrik edecek bağlantılara girmemiş olsaydı, bugün Azerbaycan'ın bir Karabağ sorunu olamazdı. Çünkü Sovyetler, Türkiye'yi darıltmak pahasına, Ermenistan'ın bu haydutluğuna göz yummazdı. Türkiye, Atatürk'ün Bölge Merkezli siyasetini sürdürmüş olsaydı, Amerika bölgemizde bu kadar etkili olamaz; Irak ve Suriye'yi kan gölüne çeviremez; PKK gibi bir taşeron örgütün esamisi bile okunmazdı. Bu konular bugün bile tartışılmadığından; Batı ittifakı yüzünden ödediğimiz bedelleri değerlendirmekten aciz, 'Soğuk Harp'in şartlandırmasından kurtulamayan' bazı kesimler, millî menfaatlerimiz bize Rusya ile birlikte olmamızı emrederken; Kırım'ın Rusya'ya katılması hadisesinde, Amerika ve AB ile hareket etmemizi savunabilmektedir! Türk aydını öz eleştiri yapmak için daha nelerin olmasını bekliyor? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.