Kısmen bile olsa, coğrafyamızın gerçekleri doğrultusunda bir millî siyaset takip edilmeye görsün, aydınlarımızın büyük bir çoğunluğu 'Eksenimiz kayıyor' diye ayağa kalkarlar! Hâlbuki, bizim eksenimiz Atatürk öldükten sonra kaymış kimse farkında değil! Bu durumumuz, aklımıza bir Bektaşi fıkrası getirdi. Neredeyse her tarafı çarpık dilencinin biri, elindeki şişedeki şarabı yudumlayarak yanından geçen Bektaşi'den sadaka ister. Bektaşi elindeki şişeyi uzatır ve “Bir fırt da sen çek” der. Dilenci, “Hâşa! Sonra çarpılırım” cevabını verir. Bu cevap üzerine Bektaşi, dilenciyi şöyle tepeden tırnağa bir inceler ve “Çek ulan bir fırt, belki çarpılırsan düzelirsin!” der. Aydınlarımız, 'Batı'dan koparsak eksenimiz kayar' diye ödleri kopuyor ya; hâlbuki, Millî Eksenimize dönersek her şey yoluna girecek; farkında bile değiller! Bu Millî Eksenin omurgası, Atatürk'ün Bölge Merkezli siyaseti olmalıdır. AKP iktidarının Çin'le füze anlaşması ve Şangay Beşlisi'ne gözlemci üye olabilmek için, Rusya'ya yaklaşması konusunda yaptığımız bir değerlendirmede, iktidarın bu konuda pek samimî olmadığını, çünkü bu iktidarın Batı ile kopmaz bağlarla bağlı bulunduğunu; fakat bu girişimler samimî olmasa bile, muhalefet tarafından desteklenmesi gerektiğini belirtmiştik. Fakat ne yazık ki, Türkiye'nin eksenini düzeltecek bu girişimlere en önce CHP Genel Başkanı'nın, “Demokrasi Batı'da bizim Doğu'da ne işimiz” diyerek karşı çıkmıştı! Görüldüğü gibi, iktidarın da, muhalefetin de mevlâsı yani kılavuzu Batı! Öyle olmasa, Batı'nın, ülkemizi ve çevremizi kaosa sürükleyen siyasetine karşı bu kadar tepkisiz kalınır mıydı? Batı bizim müttefikimizmiş! Böyle bir akıl tutulması olabilir mi? Başımıza ne belâ geldiyse bu ittifak yüzünden gelmedi mi? Ne var ki, zihin kontrolü o denli güçlü ki; bu gerçek bir türlü görülemiyor! Görenlerin de, gerçek durumumuzu millete anlatabileceği kanallar yok! Biz bu sürece, II. Dünya Harbi'nden sonra, 'Küçük Amerika' olmaya karar verilmesiyle girdik. Daha 1975 yılında, Amerikan Yardım Teşkilâtı'nın (AID) Türkiye'ye yolladığı bir uzman olan Dr. Richard Podol'un, Washington'a gönderdiği, kendi adıyla anılan 'PODOL RAPORU'ndaki şu satırlar bu kontrolün ulaştığı boyutları göstermektedir: “Yirmi yıldan beri Türkiye'de faaliyette bulunan yardım programı meyvelerini vermeye başlamıştır. Amerikan değerlerini benimsemiş Türk yönetici yetiştirme işi başarıya ulaşmıştır. Önemli merkezlerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk'ün bulunmadığı bakanlık ya da bir iktisadî devlet teşekkülü hemen hemen kalmamıştır. Hâlen bulundukları kuruluşlarda ilerici kuvvet niteliği taşımakta olan bu kimselerin, kısa zamanda genel müdürlük ve müsteşarlık mevkilerine geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde, Türk idarecileri indoktrine etmek gerekir” (Metin Aydoğan, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 884). Eski İçişleri Bakanlarından Saadettin Tantan bir mülakâtında, “Türkiye'de kritik noktalara vatansever insanlar gelebilirler mi?” sorusuna şu cevabı vermişti “Ender gelebilirler, tesadüfen gelebilirler, ama bir anda da tasfiye olurlar” (Yeniçağ, 25.l2.2005)! Görüldüğü gibi, her şey ABD'nin kontrolü altındadır. İktidara kim gelirse gelsin, hiçbir şey değişmiyor! Dindar, Atatürkçü, solcu değişen bir şey yok! Demokrasi ve Demokratikleşme kavramları kullanılarak millî devlet yapımız öğütülüyor. Demokrasi; Türk Milleti'nin değil, emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir mekanizma gibi çalışıyor! İşte, PKK meselesi; işte IŞİD'in coğrafyamızda arzı endam etmesi; Suriye'de Esad yönetiminin zayıflatılarak, Suriye'nin bir terör bataklığına dönüştürülmesi; Irak'taki terör ve Irak'ın kuzeyindeki Barzanistan'dan sonra şimdi de Suriye'nin kuzeyinde Kürt kantonları kurulması; bizim bunları seyretmek durumunda kalmamız; Soykırımı kararı alan Almanya'ya İncirlik'i kullandırmamız; Fransa'nın PYD güçlerine yardım için Suriye'de boy göstermesi, ABD'nin PYD'yi 'Kara Ordusu' olarak kullanması hep bu derin zafiyetin sonuçlarıdır. Emperyalist devletler, Atatürk'ün Türkiye'sinde bunları ancak hayal edebilirlerdi. Ermeni Soykırımı iddialarından sonra, şimdi de, 'Kürt Soykırımı' gündemde! Nitekim, daha geçenlerde, Sözcü'de, Yılmaz Özdil'in bir fotoğrafını yayınladığı; Berlin'deki Yahudi Soykırımı anıtına oldukça benzeyen, 'Dersim 1938 Anıtı', birtakım hain kafaların bu niyetlerini ortaya koymaktadır. HDP'nin de bu anlayışta olduğunu biliyoruz! Sözde 'Türkiye Partisi' olduğu iddia edilen bu parti, Almanya'nın Soykırımı kararını protesto eden AKP, CHP ve MHP milletvekilleri tarafından imzalanan bildiriye imza koymadı! Bunlar işte böyle Türkiye Partisi! Türklüğe düşmanlar! AKP iktidarının böyle bir 'ANIT' densizliğine göz yumması da anlaşılır gibi değil ve ne yazık ki, iktidarın bu duyarsızlığının hesabını soracak bir ana muhalefete de sahip değiliz. AKP İktidarının gerek terör örgütü ile müzakere süreci başlatması, gerekse Suriye siyasetindeki hataları ana muhalefet için, iktidarı önemli bir sıkıştırma aracı olabilirdi. Ne var ki, Ana Muhalefetin de, tutarlı bir siyaset takip ettiğini söyleyebilmek oldukça güç! Suriye siyasetinin yanlışlığını millete anlatamadılar. Hele, Ana Muhalefet sözcülerinin Suriye'den söz ederken, iktidarın eleştirilerinden çekinerek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a yönelttikleri suçlamalar anlaşılır gibi değil! İktidarın, açılım siyaseti yüzünden 7 Haziran'daki büyük oy kaybından sonra, can havliyle PKK terörünün üstüne gitmeye başlaması ve Ana Muhalefetin, bu tarihten sonra takip ettiği siyaset, iktidar için âdeta can simidi olmuştur. Güneydoğu'da operasyonlar başladıktan sonra, Diyarbakır'a giden CHP heyetinin açıklamalarının, Güvenlik güçlerine kabul edilemez eleştiriler yönelten Akademisyenler Bildirisine destek olunmasının, Ordumuza kumpasın baş sorumlusu olan Gülen Cemaatine karşı yürütülen operasyonlarda Cemaatin yanında yer alınmasının; Cizre Raporu ile Güvenlik Güçlerimizin 'Orantısız güç kullanmakla' eleştirilmesinin; bazı CHP milletvekillerinin, İstiklâl Harbi sırasındaki Kürt isyanlarını sorgulamasının; 500'ü aşan şehidimiz milletin yüreğini yakarken, terör örgütünün Meclis'teki uzantısı durumundaki bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması kararının, Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesine CHP milletvekillerinden destek verenlerin çıkmasının, CHP'nin kamuoyunda büyük bir itibar kaybına sebep olduğu hâlâ daha görülememektedir! Onur Öymen, Prof. Süheyl Batum gibi ulusalcı isimlerin tasfiye edilerek, vitrine konulan 2. Cumhuriyetçi ekibin CHP'yi sürüklediği bu durum, AKP'nin sorgulanan değil, sorgulayan konumuna yükselmesine sebep olmuştur. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.