Lozan müzakereleri sırasında, istekleri karşılanmayan Lord Curzon'un, İnönü'yü nasıl tehdit ettiğinde kalmıştık! İsmet Paşa'nın hatıralarında naklettiğine göre, Curzon şunları söyler: “Müzakere ediyoruz. Aylardan beri arzu ettiklerimizden hiçbirini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimize atıyoruz. Cebimizde saklıyoruz. Memleketiniz haraptır. Yarın geleceksiniz, bunları tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman, bu cebime koyduklarımdan her birini birer birer çıkarıp size vereceğim” (Tek Adam, Cilt III, s. 115)!
Bu sözlerin muhatabı olan İsmet Paşa, ülkemizi Amerikan Emperyalizmine teslim edecektir! Demokratlar da, ilk yıllarda bundan hiç şikayetçi olmamışlardır! Nihat Erim'in 1940'ların sonunda söylediği “Türkiye Küçük Amerika olacak!” sözünü 1954'te Celâl Bayar da tekrarlayacaktır!
1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin liberal politikaları hakkında kendisi de bir DP milletvekili olan gazeteci Cihat Baban şunları söylemektedir: “Dünya savaşında maddî varlığı kalmayan bu memleket, canını da vermiş, Sevr antlaşmasıyla terekesi taksime uğratılmıştı. Millî savaşta bağımsızlığın yeniden elde edilmesi, bize çok pahalıya mal olan bir mucize oldu. Onun için, Türkiye tarihten ders almalı, eski hataları tekrar işlememeli, her şeyden, evet her şeyden evvel ekonomik bakımdan kalkınmalıydı. Atatürk ve İnönü, bu kalkınmanın yolunu devletçilikte buldular. Bu devletçilik anlayışı, bizi uzun seneler sınıf çelişmelerinin içine düşürmedi. Eğer Türkiye, demir perde arkasına yuvarlanmış olan memleketlerin çekmiş oldukları sosyal bunalımları çekmediyse, bunun sebebi, Türk ekonomisinin devletçi oluşundandır. Demokrat Parti bu gerçekleri anlamadı, yahut acele başarılar kazanmak için muslukları açtı. Gerçekten fertlerin cebine para girdi ama, Türkiye'nin de ekonomik dengesi bozuldu ve memleket, kendisine yardım edenlerin etkisi altında kalmaya başladı. Bu etki yalnız iktisadî olmadı, iktisadî yoldan siyasî olmaya da başladı. Eğer DP, taraftarlarını memnun etmek ve oy kazanmak için, liberal dediği hovardalık politikasına yönelmemiş olsaydı, bugün Türkiye'de görmeye başladığımız huzursuzluklar, sosyal itişmeler olmazdı” (“Politika Galerisi, Büstler ve Portreler”).
Cihat Baban'ın belirttiğine göre, Demokrat Parti daha 1954 seçimlerine girerken, hazinede ne altın, ne döviz kalmıştı. 1956'ya gelindiğinde karaborsada bir dolar 20 liraya yükselmişti!
1950-1954 yılları Serbest Piyasa ekonomisine geçiş yıllarıdır! Daha 1951'de bütçe açık vermeye başlar! Bu açıklar 1963 yılına kadar devam eder. Enflâsyon yüzde 20'lere fırlar! 1958 yılına gelindiğinde ödemek zorunda olduğumuz dış borç 256 milyon dolardı! 1946'da 2.80 liraya yükseltilen dolar, 4 Ağustos 1958 kararlarıyla da 9 liraya yükseltilir!
Türkiye 1959 yılına gelindiğinde hayat pahalılığı bakımından Brezilya'dan sonra dünyada ikincidir! İşler 27 Mayıs'tan sonra da düzelmez! Nasıl düzelsin ki? Ekonomimiz yine Amerika'ya emanetti!
27 Mayıs yönetimi, Maliye Bakanlığı'na bir IMF uzmanı olan Kemal Kurdaş'ı getirir! Kemal Kurdaş IMF'ye, “Siz gelmeyin, ben gerekeni yaparım” der! Aynı şey 12 Mart müdahalesi sırasında da olacaktır. Başbakan Nihat Erim'in, 'Beyin Takımı' dediği Hükümetinde 'Ekonomiden Sorumlu Bakan' olarak, Dünya Bankası'ndan gelen Atillâ Karaosmanoğlu yer alır! Karaosmanoğlu da, IMF'ye, 'Gelmeyin' diye yazar (Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, s. 249)!
12 Eylülcüler de ekonominin yönetimine, ABD'nin has adamı olan Turgut Özal'ı getirecektir! 2001 krizi sırasında gelen ismi ise hepimiz çok iyi hatırlıyoruz; Dünya Bankası uzmanı Kemal Derviş!
'Görev' her zaman 'Emin Ellerde' olacaktır!
Prof. Nihat Erim, Kurtul Altuğ'a, Atillâ Karaosmanoğlu'nun kabineye alınması konusunda şunları söylemiş: “Eğer Dünya Bankası Başkanı McNamara'dan bir mektup almasam, Atillâ Karaosmanoğlu'nu listeme alamayacaktım. Cumhurbaşkanı onu aşırı solcu sanıyor. McNamara, Atillâ'nın solcu olmadığını yazarak işimi kolaylaştırdı” (Kurtul Altuğ, Aydınlık gazetesi, 25 Mart 2011).
McNamara'nın kefâleti bakan olmaya yetiyor!
1946 ve 1958 devalüasyonlarına rağmen ekonomi bir türlü yoluna girmez! Bu defa da, Süleyman Demirel Hükümeti Dönemi'nde, 1970 yılında IMF ile ilk stand-by anlaşması imzalanır ve dolar kuru yüzde 65'lik bir artışla 14 lira 85 kuruşa yükseltilir!
CHP-MSP hükümetinin Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirdiği 1974'de dolar 13.85'e çekilir. Fakat sonraki yıllarda doların yükselişi devam edecektir! Ekonomimizi iyice Batı'ya çıpalayan 24 Ocak 1980 kararları kapsamında dolar kuru 70 liraya yükseltilir ve ilk kez 198l yılında dolar 100 lirayı aşar!
Serbest Piyasa Ekonomisini o güne kadar görülmeyen bir şekilde uygulamaya sokan Turgut Özal'ın sorumlu olduğu bu dönemde 1983'de dolar 280 lira olur!
Türkiye, Küresel Ekonomiye eklemlenme anlamında ikinci en büyük dönüşümü, 1970'lerin sonunda, 24 Ocak 1980 kararları ile yaşayacaktır.
Prof. Erol Manisalı “Hayatım Avrupa” kitabının I. cildinde, oldukça ilginç bir anısını nakletmiş. 20 Aralık l977 tarihinde İstanbul'da Vehbi Koç'un da katıldığı bir panelde Turgut Özal, “Kurların serbest bırakılmasını, kambiyo kontrollerinin asgariye indirilmesini ve ekonominin kendi kendini ayarlamasını sağlayacak önlemlerin getirilmesini ve tamamen liberal ve açık bir ekonomik yapılanmayı” savunur! Manisalı'nın belirttiğine göre toplantıya katılan akademisyenler, plâncılar, sanayiciler Özal'ın bu konuşmasını şaşkınlık içinde dinlerler. 1978'deki Washington Uzlaşması'na daha bir yıl ve 24 Ocak kararlarının ilân edilmesine iki yıldan fazla bir zaman vardır! Fakat Özal âdeta gelecekte olacakları haber vermekte, “Dövize müdahale yok, kura müdahale yok, serbest ve tamamen dışa açık bir ekonomik model uygulamamız gerekir” demekteydi! Prof. Manisalı, akşam yemekte tam karşısına düşen Özal'a, paneldeki tebliği hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için bazı sorular sorar fakat Özal'ın verdiği cevaplardan meselenin teknik yönlerini bilmediğini anlar ve kendi kendine şu soruyu sorar: “Meselenin içeriğine nüfûz edememişse peki, konuşmasında nasıl bu kadar ayrıntıya girmişti” (Manisalı, age. s. 160)?!
Ne acıdır ki, 24 Ocak kararlarını milletimize bir devrim (!) olarak yutturdular! Hâlbuki bu kararlar cumhuriyetin tasfiye sürecinin başlatılmasından başka bir şey değildi. Türkiye ekonomisi dışa açılmış; kambiyo rejimi liberalize edilmiş; döviz taşıma ve alım-satımı serbest bırakılmıştı. Fakat ne yapılsa nafile işler bir türlü düzelmiyordu! Yaygın bir taşıma aracı hâline gelen dolar 1984'te 442.5, 1985'te 574 ve 1986'da 786 liraya yükselir ve 1987'de dolar artık l.000 lirayı aşmıştır!
2005 yılında paramızdan 6 sıfır atıldıktan sonra bir dolar bir lira otuz dört kuruşa eşitlenir. Fakat ısrarla, aynı ekonomi politikaları sürdürüldüğü için, daha sonraki yıllarda da artmaya devam edecektir.
Dövizdeki son yükselişlerde Amerika'nın yaptırımlarının muhakkak ki, etkisi var. Fakat asıl meselemiz üretime dayalı Plânlı Karma Ekonomi sistemini terk etmemizdir!
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.