Karayolu yapılmasına tanınan öncelikte, zamanla öylesine akıl almaz bir ideolojik yaklaşım hâkim olmuştur ki, 1980'den sonra Başbakan Turgut Özal demiryolları için, “Bunlar komünist ülkelerin ulaşım aracı” diyecektir! Hâlbuki bugün Avrupa ülkelerinde tren yoluyla yolcu taşıma payı yüzde kırk iken, ülkemizde sadece yüzde dört düzeyindedir. ABD'de tren yolu ile yük taşımacılığı yüzde kırk iken bizim ülkemizde sadece yüzde 6'dır! Bugün Fransa'da toplam demiryolu ağının uzunluğu 37 bin kilometredir; Türkiye'de ise sadece 10 bin kilometrelik bir demiryolu ağı vardır ve bunların büyük bir kısmı da yenilenmeye muhtaçtır!
Türkiye, bırakınız tren yollarını geliştirmeyi, 1980'den sonra karayolu politikasında bile akıl almaz yanlışlar yapmış; bugün kapasitesinin çok altında hizmet görmekte olan otoyollar yapmak sevdasına kapılmıştır. Batılıların 1970'li yıllardan itibaren Türkiye'ye dayattığı otoyol yapımının ancak toplumdaki tüm muhalif seslerin kısıldığı 12 Eylül 1980 sonrasında gerçekleşebilmiş olması ilginçtir! Türkiye'nin kıt kaynakları sorumsuz bir şekilde otoyol yapımında tüketilmiştir. Hâlbuki, Türkiye otoyol yerine, bölünmüş yol yaparak, kaynaklarını çok daha verimli kullanabilirdi.
Eski İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, “1986'dan sonra yapılan 1.167 km. yolun 8.5 milyar dolara mal olduğunu belirterek, bu parayla 10 bin kilometreyi aşan bölünmüş yol yapılabilirdi, “Biz patikadan otoyola atladık” demektedir!
IMF'ye nasıl katıldık?
2.Dünya Harbi'nden sonra Türkiye, Batı'ya iltihak etmeye karar verir. Amerika, Çok Partili Hayata geçmemizi; Devletçilikten, Plânlı Karma Ekonomi siyasetinden vazgeçmemizi istiyordu. Başta yeni kurulan Demokrat Parti olmak üzere, çok sayıda aydın ve iş adamı da, bu sayede Amerika'dan alınacak müsait kredilerle sanayimizin gelişeceğini; ülkede refahın artacağını ve hürriyetlerin gelişeceğini zannet-mekteydiler!
Gazeteci Cihat Baban, Çok Partili Sistemden beklentisini şöyle anlatır:
“O zaman benim gibiler için, varsa yoksa özgürlüktü… Evet, babalarımızdan bize miras kalan hasret gidecek, yerine söz, fikir, basın hürriyeti gelecekti. Oylarla iktidar değişecekti. Mutluluk kapımızı artık çalıyordu… O zaman memleketin bütün aydınları da, hürriyet gelir gelmez her şeyin değişeceğine kani idiler. Özgürlüğün sihirli varlığı, her kördüğümü çözecekti. (…) Özgürlük, yurdu baştan başa mamureye çevirecek, her yuvaya saadeti sokacak bir tılsım zannediliyordu” (Politika Galerisi, Büstler ve Portreler”, s. 29)!
Yeni Osmanlı'lardan, Jön Türk'lerden beri hep aynı hayâl! Bu hayâlin bize bir imparatorluk kaybettirdiğini hatırlatalım! Cihat Baban da, bunun acı bir hayâl olduğunu bizzat yaşayarak anlayacaktır! Ne var ki, ödenen onca bedelden sonra!
Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan, 30 Ocak 2004 tarihinde Kanal A televizyonundaki bir programda, “Çin, Malezya gibi ülkelerin başta önemli bir tercih yaptıklarını ve demokrasi yerine ekonomik gelişmeye öncelik tanıdıklarını” belirterek, “bu ülkelerde ekonomi yoluna girdikçe, demokratik açılımların başlayacağına ilişkin işaretler görüldüğünü; Türkiye'nin ise 1946 yılında, önce demokrasi tercihini yapmasının bir zorunluluk olarak karşısına çıktığını” söylüyordu!
İşte esas mesele de burada yatıyor. Birincisi böyle bir zorunluluğunuz yoktu! İkincisi; demokrasi tek başına kalkınmanın aracı değil; topyekûn kalkınmanın bir sonucudur. Güçlü bir ekonomi, iyi eğitilmiş bir halk, adil bir gelir bölüşümü sağlanmadan bir ülkeye gerçek demokrasi gelmez; gelemez!.
Arabayı at çeker. Biz demokrasiyi atın yerine koyup, arabayı, yani ülkeyi çekmesini bekledik! Bu nedenle, 1946 yılında çok partili sisteme geçilmesi Kemalist Devrimi durdurmuş ve bir Karşı Devrim'in başlangıcı olmuştur!
Lozan'dan sonra, bayrağımızı selâmlayarak ülkemizi terk etmek zorunda kalan işgalciler, bu defa, İsmet Paşa'nın davetiyle, ülkemize 'Akıl Hocası' olarak geldiler ve istisnasız bütün iktidarlar onların tavsiyelerini yerine getirerek ülkemizin kalkınacağına inandılar! Hem de, Mustafa Kemal Paşa'nın onca uyarısına rağmen!
Bu coğrafyada başı dik bir millet olarak yaşamamızı bize sağlayan Atatürk'e 'Diktatör' diye saldıran Maskeli Demokratların, 'Deccal' diye saldıran dincilerin, Amerikan Emperyalizmini ve Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını kaybetmesinden sorumlu olanları hiç sorgulamamaları ilginç değil midir?
1947 yılının Şubat ve Mart ayları Türkiye'nin Batı'ya yaklaşması sürecinde önemli tarihlerdir. Milletlerarası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'na giriş bu dönemde gerçekleşir. 7 Eylül 1946'da Türk Lirası devalüe edilir ve 1lira 27 kuruş olan dolar 2.80 liraya yükseltilir! Hâlbuki dünyada fiyatlar yükselirken, Türkiye'de düşme eğilimine girmişti. Emisyon 993 milyondan 829 milyona düşmüştü! Bütçe açığı yoktu!
Prof. Korkut Boratav'ın belirttiğine göre, Türkiye savaş sonuna 250 milyon dolarlık, yani 1946 ithalât hacminin iki mislinden daha fazla bir döviz rezervi ile girmişti. 1946 yılında l00 milyon dolara yakın bir dış ticaret fazlası vermişti (Türkiye Tarihi, Cilt IV. s. 343)!
Türkiye; Serbest Piyasa Ekonomisine geçtikten sonra, 'Cari Açık' kavramı ile tanışacaktır!
Liberal düşünceleri ile tanınan Serdar Turgut bile, “Tek Parti Dönemi'nde, sanayileşmede önemli başarılar elde edildiğini, Türkiye'nin 1938 yılı hariç, 1930-1946 yılları arasında dış ticaretinin sürekli fazla verdiğini belirtiyor!
Turgut, “1930'lardaki bu başarılı sanayileşme hamlesinin savaştan sonra da sürdürülmek istendiğini, bunun için “İvedili Sanayi Plânı” hazırlandığını, ancak ABD'nin yeni başlatacağı dış yardım programına Türkiye'nin de dahil edilmesi için bu ülkenin onayına sunulan plânı, ABD'nin reddettiğini ve bu sanayileşme plânı yerine, tarıma ve altyapı tesislerine dayalı bir plân önerdiğini, sonuçta Türkiye'nin 2001 krizine uzanan kaderinin o günlerde çizildiğini” vurguluyor (Hürriyet, 24.Mayıs.2001)!
11 Mart 1947'de IMF'ye üye olan Türkiye'nin, 12 Mart tarihinde Truman doktrini kapsamına alınacağı tüm dünyaya duyurulur.
Yalçın Doğan o günlerdeki gafleti, “IMF Kıskacında Türkiye” isimli kitabında anlatmaktadır. Kitapta belirtildiğine göre, IMF üyeliği ile ilgili kanun tasarısı TBMM Ticaret Komisyonu'nda görüşülürken, Hazine Genel Müdürü Sait Naci Elgin, konu üzerinde üç saat süre ile üyelere açıklama yapar. Bu izahatı dinleyen üyelerin tepkisi şudur: “Siz iyi anlattınız, ama biz anlayamadık, bir kez daha anlatın!”
Ankara Hukuk Fakültesi İktisat Profesörü Yusuf Kemal Tengirşek, şu ibretlik konuşmayı yapar: “..Ticaretin genişlemesine mâni olan şeylerin kaldırılmasını ikisi de (İngiltere ve Amerika) istiyor. Yani hep ticaret; ticaretin iyi yapılması! Fakat bana sorarsanız, deseniz 44 devlet en zeki adamlarını göndermişler, bunu kabul etmişler, sen burada ne uğraşıp duruyorsun?' Cevabım şudur: 'Bu antlaşmalarla bağlanmada Türk Milletinin İstiklâli, Türk Milletinin Hürriyeti mevzuu bahistir.”
Bu konuşmayı yapan Tengirşek'in sözleşmeye karşı çıktığı sanılmasın. Ona göre iki önemli nokta vardır. Biri ülkenin özgürlüğü, öteki kambiyo rejimi! Konuşmasını şöyle sürdürür: “Bence bu iki mühim noktanın ikisi itibarıyla mâni bir cihet yoktur (Bravo sesleri). Emniyetle, huzurla iltihak edebiliriz!” (Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, s. 227)! ./…
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.