“Rusya sütten çıkmış ak kaşık mı? PKK ile görüşmüyor mu? PKK'nın Moskova'da büroları yok mu?” diyebilirsiniz. Dahası, Rusya Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanlarının, Trump'ın kendisine, 'General' diye hitap ettiği, sözde ordunun komutanı, baş terörist Mazlum Kobani ile tele-konferans yöntemi ile görüşmesi ve bunun tüm dünyaya ilân edilmesi gerçeği de var. Şimdi böyle diye, Amerika ile Rusya'yı aynı kefeye koyabilir miyiz? Suriye'de yaptığımız başarılı Askerî Harekâtlara Rusya'nın verdiği desteği unutacak mıyız? Ayrıca, bizim sindiremediğimiz bu ilişkilerin, Rusya için normal olduğu, çünkü Rusya'nın bir Federasyon olduğu da unutulmamalıdır. Biz üniter bir devletiz; topraklarımızda hiçbir zaman federatif bir yapılanma söz konusu olmadı. Batılı 'dostlarımız' bize bunu tavsiye edip duruyorlar; hattâ bizi buna zorluyorlar. Rusya'nın bu zaafına rağmen, bize bu yolda bir baskısı söz konusu değil! Bu bakımdan, Batı'nın taleplerine karşı, bizim işbirliği yapacağımız yegâne gücün Rusya ve Bölge Devletleri olması gerektiği asla unutulmamalıdır. Amerika'nın bölgemizdeki kaos senaryolarını bertaraf etmenin başka çaresi yoktur.
Amerika ve Rusya, her şeyden önce elbetteki kendi çıkarlarını düşüneceklerdir. Fakat, bizim bu iki güçten hangisi ile menfaatlerimizin çakışacağını iyi hesap etmemiz gerekir. Ayrıca, şunu da hatırlatalım ki, bölgemiz için baş tehdit Amerika'dır. Bu tehdide karşı Bölge Devletleri ve Rusya ile işbirliği bir zorunluluktur.
26 Ekim gecesi Habertürk TV'deki bir açık oturumda, Mete Yarar'ın, Rusya'nın PKK ile ilişkilerine yöneltilen eleştiriye verdiği cevap bir gerçeğin ifadesidir. Sayın Yarar, Rusya'nın PKK konusunda, diplomatik olarak başka, sahada ise başka bir tavır içinde olduğunu belirtti. Rusya diplomatik olarak PKK'ya terörist olarak bakmıyor. Fakat sahada PKK hakkında Türkiye ile istihbarat paylaşıyor. Nitekim, Türkiye'nin yaptığı üç operasyonda da hava sahasını bize açtığını hatırlatıyor!
Suriye Konusunda Empati Yapılmalıdır
Orhan Bursalı, Cumhuriyet'te yazıyor: “Empati yapıp kendimizi Suriyelilerin yerine koyalım. Topraklarımızın bir kısmı teröristlerce işgal edilmiş olsun. İşgalcilere omuz veren bir ülke diyor ki bize, 'olay yaratma, onlarla savaşma, bırak dursunlar. Bu durumu kabul et.' Türkiye'de bu durumu içine sindirecek, kabul edecek ve savaşmayacak kimseyi bulabilir misiniz? Söz konusu büyük bir çoğunluk için hayır! Şam'dan da bunu beklemeyeceksiniz.”
Orhan Bursalı haklı değil mi?
NİHAYET ÜMMET
POLİTİKASININ İFLÂSINI DA GÖRDÜK!
Aralarında Filistin'in de bulunduğu Arap Birliği'nin, Barış Pınarı Harekâtı'na cephe alması, İslâmcı cenahta hayâl kırıklığı yarattı. Ümmet sınıfta kaldı ama, Türk Milleti büyük bir çoğunlukla Barış Pınarı Harekâtı'na destek oldu. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Atillâ'nın torunlarının devleti olan Macaristan da bizim yanımızda yer aldılar. Deneme-yanılma yöntemi ile de osa, millî bir siyasetin, ancak Türk Milleti'ne dayanılarak başarılı olabileceği de anlaşılmış oldu. Umarız artık milleti ümmetleştirmek gayretlerinden vazgeçilir ve milleti daha da şuurlandıracak, İç Cephe'yi daha da güçlendirecek politikalar takip edilir. Bu arada, Amerikan Dışişleri Bakanı Pompeo'yu kabulünde, sayın Dışişleri Bakanımızın, Pompeo ile, devasa bir kalpaklı Atatürk resminin altında görüntü vermesini takdirle karşıladığımızı belirtmeliyiz. Bu tablo, tüm dünyaya, son derece anlaşılır bir mesaj olmuştur. Batı Dünyası için en ürkütücü tehdit, Atatürk'ü rehber edinen siyasettir!
Yazar Deniz Yıldırım, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki bir makalesinde, 2015 seçimlerini, AKP iktidarının temel politika değişikliğinin milâdı olarak almış ki, doğrudur. Deniz Yıldırım özetle, şu analizi yapmış: “Bu tarihte Açılım bitti. Davutoğlu istifa ettirildi. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü de bir kırılma yarattı. İktidarın, darbe girişimini Batılı merkezlerle, özellikle de ABD ile ilişkilendirmesi, diğer yandan Rusya ve İran'ın, darbe girişimine karşı iktidarın yanında yer alması, pragmatik Batıcılıktan pragmatik Doğuculuk aşamasına doğru bir kırılma yaratmaya başladı. Yani, AKP emperyalizme karşıtlıktan değil, emperyalist tasarımlar içindeki rolü aşındığından makas değiştirdi. Özellikle de Suriye denkleminde oyun kurucu rolü, Doğu güçlerine özellikle de, Rusya ve İran'a kaymıştı. Ortadoğu'daki Amerikan hâkimiyeti önemli oranda aşındı. Amerika bölgede en önemli müttefiki olarak PYD'yi silahlandırdı. Bu dönemde, iktidar zorunlu olarak Rusya ile yaklaştı ve yine bu çerçevede güvenlik merkezli milliyetçilik ideolojisi niteler hâle geldi. Öyle ki, BBC Türkçe'nin derlemesine göre, 15 Temmuz 2016'dan bu yana Erdoğan ve Putin 24 kez yüz yüze, 65 kez telefonla görüştü. Son Suriye operasyonu ve Soçi Mutabakatı, genişlemeci dönemden güvenlikçi döneme geçişin de simgesi. İlginçtir, AKP şimdi üç partiye ayrılıyor. Bir yanda Gül ve Babacan'ın önderliğinde Pragmatik Batıcı kanat; diğer yanda Davutoğlu önderliğindeki Yeni Osmanlıcı çizgi. Geriye kalan, Rusya ile yakınlaşan, mecburen Yeniden Asya açılımından söz eden bir AKP!”
İktidarın pragmatik olarak da olsa, Rusya'ya ve Avrasya'ya yaklaşması ötedenberi desteklediğimiz bir tavırdır. Bizim arzumuz, bunun bir vizyon olarak da benimsenmesidir. Fakat, yine de, Soğuk Harp Döneminin şartlandırması altındaki Muhafazakâr Siyasetin temsilcisi bir partinin, bu adımları atabilmesi önemlidir. Ancak tuhaf olan, 1980 öncesinin anti emperyalist solunun, Atatürkçüler de dahil, Atlantik ittifakından yana olmayı sürdürmeleridir! Rusya ile bu stratejik ilişkilerin sürdürülmesinin, bizim Atlantikçi tayfanın işini oldukça zorlaştıracağını ve sayın Babacan'la sayın Davutoğlu'nun, AKP'nin geçmişinde kalan yanlış politikaları yeniden ısıtıp millete servis etmeye kalkmalarının boşa çaba olacağı da muhakkaktır.
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın Uğur Dündar'a verdiği mülâkatta, Soçi Mutabakatı hakkında yaptığı analiz de mutlaka okunmalıdır. Sayın Elekdağ özetle şunları söylüyor: “Türkiye'nin somut ve tartışma götürmeyen kazançları var. Bunların başında terör unsurlarının sınırımızdan 30 km. derinliğe çekilmeye mecbur edilmesiyle, Türkiye'ye yönelen tehdidin büyük ölçüde zayıflatılması gelmekte. Ayrıca, Soçi Mutabakatı'yla Türkiye'ye sınır boyunca uzanan 10 km.lik bir koridorda askerî varlık bulundurma hakkı verildi. Bunlardan çok daha önemlisi koşulların PKK/PYD/YPG'yi Suriye'nin Kuzeyinde, Kuzey Irak tipi bir federe devlet veya bağımsız bir garnizon devlet kurma hayaline veda etmek zorunda bıraktı görülüyor. Gerçekten de, Amerika'nın desteğiyle kurduğu kantonlarla fiili özerklik elde etmiş olan 60 bin mevcutlu, iyi donanımlı ve eğitimli bir orduya sahip oluşu ve IŞİD'e karşı etkin mücadelesiyle, Orta Doğu'da ün yaparak sivrilen bir aktör mertebesine yükseltmişti. Uluslararası alanda bu aktörün devlet statüsünü kazanmasına bir zamanlama (timing) konusu olarak bakan ülkeler çoktu. İşte bu aktör, Soçi Mutabakatı'yla gücünün öz kaynağı olan Kürtlerle meskun bölgeden kopartılarak, kendisine güven duymayan ve yabancı gözüyle bakan Arap nüfusun yoğun olduğu bir bölgeye sürülmüştür. Üstelik, AB'nin de Suriye'den çekilmesiyle siyasî ve askerî ağırlığını sürdürme kapasitesini de kaybetmiştir. Nitekim YPG'li komutan BBC'ye, 'Soçi mutabakatı Kürtler için teslimiyet anlamına geliyor' demiştir.”
Uğur Dündar'ın, “Trump'ın Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey, Rus askerî polisi ile Suriyeli askerlerin YPG'yi 30 km.lik hat dışına çıkaramayacaklarını iddia ediyor” şeklindeki sorusuna verdiği cevap da oldukça çarpıcı: “Bunun yanıtını Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov şöyle verdi 'YPG direnir çekilmezse, o zaman Türk Ordusu'nun silindiri altına girer.'”
Sayın Elekdağ'ın şu değerlendirmesi umarız iktidar katında da yankı bulur: “Varoluşsal bir tehdit kaynağı olarak bakılan PYD/YPG terör örgütü şu anda kötürüm durumdadır ve yaşama mücadelesi vermektedir. Örgütün tam anlamıyla etkisiz bir hâle getirilmesi için atılması gereken adımlar Türkiye'nin, Suriye ile resmen ve acilen ilişki kurmasıyla gerçekleştirilebilir. Türkiye bu fırsatı değerlendirmelidir.”
Amerika'nın iyice şımarttığı PKK, Barış Pınarı Harekâtı ve sonrasındaki Soçi Mutabakatı ile büyük hayâl kırıklığı yaşadı. Suriye ile barışmamızın bu hayâl kırıklığına zirve yaptıracağı muhakkaktır.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.