Türkiye, Atatürk'ün yolundan giderek, II. Dünya Harbi'nden sonra kurulan Arap devletlerini de Sadabat Paktı'na dahil edebilseydi, bugün her şey çok farklı olabilirdi. Bu devletlerin ordularının ve bürokrasilerinin gelişmesine yardımcı olabilirdik. Plânlı Karma Ekonomi Modelimizi onlara da öğretebilirdik. Fakat Millî Şef'in yönetimindeki Türkiye, Atatürk'ün ölümünden sonra Batı'yla birlikte olmayı ve bu suretle, geleceğimizi de tehlikeye atmayı seçti. Bunu yapanlar asla affedilemez. Asla affedilemeyecek bir davranış da, aydınlarımızın ve bir kısım basınımızın, Arap ülkelerinin İsrail'le savaşlarındaki başarısızlığına yöneltilen alaylı eleştirilerdir. Nedense, İsrail'in Batı'nın her türlü desteğine sahip bir 'imtiyazlı devlet' olduğu ve yeni kurulan Arap Devletlerininse, silâh bulmakta bile güçlük çektikleri ve henüz kurumsallaşamamış oldukları hiç hatırlanmaz!
Düşününüz ki, Suriye'ye silâh satmaya kalkan Nuri Paşa'nın Sütlücedeki Silâh Fabrikası, 1949 yılında, İsrail ajanlarının bir suikastıyla havaya uçurulmuş ve Nuri Paşa dahil 27 fabrika çalışanı hayatlarını kaybetmişlerdi! Hükümet bu hadiseyi doğru dürüst soruşturmamıştır bile!
Arap Devletlerine niçin küçümseyerek bakılmaktadır? Çünkü, Atatürk'ten sonra, artık, yaşadığı coğrafyayı küçümseyen bir Türkiye vardır! Evet, bu ülkede öyle bir Kültür Emperyalizmi uygulanmaktadır ki, Batı'ya ait olan her şey iyi, bu coğrafya dairesine ait olan her şey kötüdür. Devşirilmiş aydınlarımıza göre, Türkiye tabiî ki, 'Medenî' Batı ile birlikte hareket etmelidir.
Türkiye'nin Rotasını Batı'ya kıran İsmet Paşa'dır. Fakat günümüzde bile, bu gerçeğin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Bu konuda Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ün 1996 yılında yaptığı şu önemli tespiti okurlarımızla paylaşmak isteriz:
“Türk aydınları, tabuları aşarak, 1940-50 arasını, yani bir ceberut ve baskı devresi olan “Millî Şeflik” döneminin tek partili yönetimini tartışmaya açmadıkça ne Atatürk'ü gereğince değerlendirmek mümkün olur, ne de Türk inkılâpları hakkında sağlıklı tespitlerde bulunmak! 1940-50 arasının “Şeflik Dönemi”, Atatürk İnkılâplarının da, Türk tarihinin de sırtında bir kambur gibi durmaktadır. Bu kamburdan kurtulmak, o dönemi tüm çıplaklığıyla araştırma ve eleştirmeye açmakla mümkündür. (“Yeniden Yapılanmak”, s. 126).
Atatürk'ten sonra, Millî Şef İsmet Paşa döneminde rotanın Batı'ya kırılması ve Demokrat Parti'nin de aynı politikayı sürdürmesi bize mazlum milletler nezdinde büyük itibar kaybettirmiştir. Hindistan bağımsızlığının sembol ismi Mahatma Gandi'nin şu sözlerinde de bunu görebiliyoruz: “Biz, Türkiye Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milleti'nin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat, Atatürk öldükten sonra Türkiye, küçük bir Balkan devleti derekesine düştü” (Necdet Sevinç, Yeniçağ, 22.10.2004)!
Atatürk Türkiye'sinin 1930'lı yıllarda, Amerika'nın MGM filim şirketi tarafından çekilmek istenen, bizi, 'Ermenilere Soykırımı yapmakla' suçlayan bir filmin çekilmesini önlediğini hatırlatalım! Türkiye o yıllarda, işte böyle bir siyasî güce sahipti.
Ne var ki, Atatürk'ten sonra, ülkemizin Batı'nın vesayetine gönüllü olarak girmesi yüzünden, bugün parlamentolarında, bizi soykırımı yapmakla suçlayan kararlar almayan bir Batılı ülke nerede ise kalmamıştır! Kıbrıs meselesinde de; Ege ve Akdeniz'deki haklarımız konusunda da durum aynıdır. Türkiye, Batı'ya bağımlı iktidarlar nedeniyle, kendi haklı millî davalarını bile savunamaz bir duruma düşürülmüştür.
Kıbrıs, bilindiği gibi, 1877-1878 Türk-Rus Harbi'nin ağır bir yenilgiyle sonuçlanması üzerine, İngiltere'nin Ruslarla yapılan barış antlaşmasını yumuşatmalarının karşılığında, İngiltere'ye kiralanmış ve 1914 yılında biz I. Dünya Harbi'ne girince, İngiltere tarafından ilhak edilmişti. İngiltere, II. Dünya Harbi'nden sonra dünya hâkimiyetini kaybedince, aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu sömürgelerinden çekilmek zorunda kalmıştı. Yunanistan'ın örgütlediği Kıbrıs Rumları, Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmak gayreti içine girmişlerdi. Grivas ve EOKA'yı hatırlatırız! Hâlbuki, Kıbrıs bir Türk toprağıydı! Kıbrıs'ta Türkler de yaşıyordu! İngiltere 1914'te ilhak ettiği Kıbrıs'ı Türklere bırakmalıydı. Ne var ki, Yunanistan, Ege adalarında olduğu gibi, Batılıların desteği ile Kıbrıs'ı da alabileceği hayâli içindeydi. Bu hayâli güçlendiren de kuşkusuz, Türkiye'nin millî meselelerini savunmada gösterdiği zayıflıktı. Çünkü Batı'nın yörüngesinde olan Türkiye'nin, Batı'ya rağmen bir tavır içine girmesi mümkün değildi. Verilen görüntü buydu!
Yunanistan Batı'nın desteğiyle, Kıbrıs'ta bilinen ilerlemeleri elde etti. Biz ise, 1974 Barış Harekâtıyla, Kıbrıs'ı ebediyen kaybetmek tehlikesini 'şimdilik' uzaklaştırdık!
Türkiye Batı'ya bu kadar teslim olmayıp; Rusya ve Bölge Devletleriyle de güçlü ilişkiler geliştirseydi, kuşku yok ki, bu ülkelerin desteğini arkasında görecek; Batı'ya karşı bu kadar yalnız kalmayacaktı. Bu, kör Batı yanlılığı, bize bugün de kaybettirmektedir!
Atatürk'ün ölümünden sonra, Çok Partili Sistemin, İç Cephe'yi paramparça eden girdaplarına fütursuzca atılmamız ve Serbest Piyasa Ekonomisine geçmemiz de, bugün içinde bulunduğumuz durumun en başta gelen sebeplerinden birisidir. Fakat, ülkemizin yetiştirilmiş 'Demokrasi Savaşçılarının' görevi, bu gerçeklerin görülmesini engellemektir. Tek Partili sistemimizin özellikle Atatürk Döneminin başarıları tarafsız bir gözle araştırmadıkça bunun görülebilmesi de mümkün değildir.
Bu sütunlarda zaman zaman hatırlatıyoruz. II. Dünya Harbi bittiğinde 100 milyon dolar ticaret fazlası olan bir ülkeydik. 250 milyon dolarlık da bir döviz rezervimiz vardı! Borcumuz yok denebilecek bir düzeydeydi! Buna rağmen, tüm Mazlum Milletlere örnek teşkil eden Plânlı Karma Ekonomi Modelinden vazgeçerek, Serbest Piyasa Ekonomisini tercih ettik! Sonuçları meydandadır. Bizi bir borç sarmalına düşürdüler! Dünyanın tarım alanında kendi kendine yeterli birkaç ülkesinden biriydik; bugün her türlü tarım ürününü ithal eden bir ülke durumundayız! Borç Sarmalı içinde bulunmamız millî bir siyaset takip etmemizi de önlemektedir.
Serbest Piyasa Ekonomisi, Batı kapitalizmine hizmet ettiği müddetçe el üstünde tutulmuştur. Nitekim, Çin'in Amerikan pazarında etkili olmasının ardından, ABD Başkanı Trump'ın, gümrük duvarlarını yükseltme kararı aldığını gördük! Fakat, ne hazindir ki, Amerika'nın bu kararı bile, bizim Serbest Piyasacıların ve gözü kara özelleştirmecilerin gözlerini açmalarını ve üretime dayalı bir Millî Ekonomi Modeli uygulamamızın zorunlu olduğunu görebilmelerini sağlayamamıştır!
Bugün artık, Atatürk'ün uyguladığı Plânlı Karma Ekonomi Modelini modernize ederek uygulamaktan başka bir çaremiz yoktur. Tabiî, başta Amerika olmak üzere, Batı'nın baskılarına karşı koyabilmek için, Rusya ve Bölge Devletleriyle Stratejik Ortaklıklar kurulması da zorunludur. Fakat, bunların yapılabilmesi için, öncelikle, bir zihnî altyapının oluşturulmasının zorunlu olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü zaman zaman hatırlattığımız gibi, bürokrasimiz, aydınlarımız, siyasetçilerimiz ve medya müthiş bir Batı kontrolü altındadır. Öncelikle bu kontrolün kırılması zorunludur. Türkiye'nin bu hayatî millî politikaları uygulayabilmesi için, öncelikle güçlü bir İç Cephe'nin varlığı da bir başka zorunluluktur. Fakat ne yazık ki, menfaat odaklı siyaset, İç Cephe'de büyük gedikler açmaktadır! Ancak, durum umutsuz da değildir. Önce zihinlerimizin üzerine örtülen örtüyü kaldırmayı başararak zihin kontrolünden kurtulmamız ve yakın geçmişimizi öğrenmemiz gerekir. Büyük Atatürk'ün yaptıklarını ve O'ndan sonra yapılan vahim yanlışları gördüğümüzde, neleri yapmamız gerektiği de kendiliğinden meydana çıkacaktır. İnanınız, yakın tarihimizi doğru kaynaklardan öğrendiğimizde, 'Araplar bizi arkadan vurdu. Demokrasi Batı'da bizim Doğu'da ne işimiz var' gibi demagojilerle bu milleti yıllarca aldatmayı başaranları kolaylıkla alt edebiliriz. Bunların İstanbul seçimlerinden çok daha önemli olduğunu hatırlatmak isteriz. İstanbul'u almakla iş bitmiyor. Amerika'nın ve Batı'nın haysiyetsiz vesayetinden kurtulmak için neler yapılacak? Borç sarmalından nasıl kurtulacağız? Ekonomi Modelimiz ne olacak? Suriye ile hemen el sıkışacak mıyız? Suriye inadının bize milyarlarca dolara mâl olduğunu ve Güneyimizde gerçekleşmekte olan 'Yapay Kürt Devleti'nin bizim için bir Ulusal Güvenlik Meselesi olduğunu hatırlatırız!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.