Atatürk'ün ölümünden sonra, tarafsızlık siyasetinin terk edilerek Batı ittifakına katılmamız, bize gerçekten de çok pahalıya mâl olmuştur. Ne var ki, günümüzde bile, öyle bir kafa karıştırma makinesi çalıştırılmaktadır ki, bunun görülmesi ve tartışılması engellenmektedir. Bu da, nasıl bir zihin kontrolü altında olduğumuzu göstermektedir.
Önceki yazılarımızda, II. Dünya Harbi öncesinde, ittifak önerisini reddetmemiz üzerine, Hitler'in bizi, 'Tarafsız kalmanızı kabul edebiliriz' diye uyarmasına rağmen, bize hiçbir güvence vermesi mümkün olmayan İngiltere ve Fransa ile ittifak yapmamızın (19 Ekim 1939) büyük bir hata olduğu üzerinde durmuştuk.
27 Mayıs 1960 tarihindeki askerî darbeden sonra, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'in, Devlet Başkanımız Cemal Gürsel'e gönderdiği, 28 Haziran 1960 tarihli mesaj da aslında, yaptığımız bu vahim hatayı yüzümüze vurmaktaydı.
Bu mesajında, Kruşçev şöyle demekteydi: “Eğer, Türkiye tarafsızlık yolunda kalmış olsaydı, kuşkusuz memleketlerimiz arasında en içten ilişkiler kurulmuş olacaktı. Bu durum, ülkelerimize yalnızca yararlar sağlayacaktı. Türkiye'nin kendi imkânlarını, büyük giderler gerektiren askerî hazırlıklar için değil, memleket ekonomisinin kalkınması ve halkının refahı için kullanması imkânı doğacaktı” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1591)!
Ne yazık ki, içimizdeki etki ajanları, bu gerçeklerin öğrenilmesini büyük bir maharetle engellemeyi başarmışlardır.
Bu arada, ülkemizi Batı İttifakına sokan İsmet Paşa'nın aklanarak, bütün suçun Demokrat Parti'ye yüklenmesi ve İnönü'nün, 1973 yılında Anıtkabir'e defnedilmesi, toplum mühendisliğinin önemli örnekleridir. Bu suretle, 11 Kasım 1938'te ülkemizde bir karşı devrimin başladığı unutturulmuş; 'İnönü'nün yaptıklarının Atatürk'ün yaptıklarının bir devamı olduğu masalı ile' kitleler aldatılmıştır. Hâlbuki, Atatürk İnönü'yü tasfiye ederek Başbakanlığa Celâl Bayar'ı getirmiş ve kendisinden sonra, devletin başına Mareşal Fevzi Çakmak'ın getirilmesinin uygun olacağını vasiyet etmişti! Bu arada, İnönü'nün Anıtkabir'e defnedildiği tarihte, ülkemizde bir Ara Dönem Hükümetinin bulunduğunu; Başbakanın Naim Talu olduğunu hatırlatalım!
Batı ittifakına girmekle neler kaybettiğimizi özet olarak anlatalım:
Atatürk'ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, II. Dünya Harbi'nde tarafsız kalsaydık neler kazanabileceğimizi şöyle sıralıyor: “Ticaret alanında halkımız teşvik edilecek, yiyecek, içecek, giyecek olarak ne üretebilirse ve üretim ne kadar arttırılabilirse, tarafsız İsveç'in yaptığı gibi, fabrika kurulması ve altınla ödenmesi karşılığında, savaş içinde olanlar tarafından hepsi satın alınacaktı. Madenlerimiz de krom, bakır, her ne çıkarılabilirse onlar da aynı şekilde satılabilecekti. Zengin olacaktık. Milletlerarası ilişkilerde itibarımız artacaktı. Buna karşılık, İkinci Dünya Harbi'nde halkımız sıkıntılar içinde kaldı, iyi bir ekmek bile yiyemedi. Nihayet 'müttefikimiz' İngiltere, bize sormadan On İki Ada'yı Yunanistan'a verdi” (Doğan Avcıoğlu, age. s. 1490)!
Bu arada, 12 Ada'nın ebediyen kaybı üzerinde pek durulmaması da enteresandır!
Trablusgarp Harbi sırasında, İtalyanlar tarafından işgal edilen On iki Ada, 1912 yılında, Uşi Antlaşması ile İtalyanlara bırakılmıştı. II. Dünya Harbi sırasında bu defa, adaları Almanlar işgal etmiş fakat savaşı kaybedeceklerini anlayınca, Hitler adaları Türkiye'ye teklif etmişti. Daha sonra Stalin'in de, 'Türkiye'ye yakın olan adaların Türkiye'ye verilmesi' önerilerine kayıtsız kalınmıştır (Suat Bilge, Cumhuriyet Gazetesi, 18 Şubat 1996)!
1943 yılı Kasım sonlarında yapılan Tahran Konferansı'nda, Roosevelt'in bile “Girit'in ve On iki Ada'nın Türkiye'ye ait olması gerektiğini çünkü bunların Türkiye'ye çok yakın olduğunu belirttiği” bilinmektedir (Avcıoğlu, age. s. 1546)!
1939'da kendisi ile müttefik olduğumuz İngiltere, 12 Ada'yı bize sormaya bile gerek görmeden Yunanistan'a bırakmıştır! Türkiye, Sovyetler Birliği ile, Atatürk dönemindeki dostluk ilişkilerini sürdürmüş olsaydı bu mümkün müydü?
Türk-Rus dostluğunun önüne çıkarılan bir engel de, II. Dünya Harbi sonrasında, Kırım Türklerinin sürgünü hadisesidir. Bu konunun istismarı günümüzde de devam etmekte; fakat nedense hiç kimse, bu tarihe kadar kendilerine dokunulmayan Kırım Türklerinin, harbin sonunda niçin sürüldükleri üzerinde durmamaktadır!
Kırım Türklerinin sürgünün sebebini, İsmet Paşa yönetiminin hatalı politikalarında aramak gerekir. Almanların Rusya'ya girmesiyle, birden Turancı kesilen İsmet Paşa yönetimi, 'Rusya'nın yıkılmasından sonra, Kafkaslarda ve Orta Asya'da lehimize yaşanacak gelişmelerin hayâli içinde', Almanlarla görüşmelere başlamıştır!
Reha Oğuz Türkkan'ın, Nuri Paşa'dan bizzat duyduklarına dayanarak anlattığına göre, Alman ordularının esir aldığı Sovyet askerleri arasında bulunan Türk kökenli askerlerden bir ordu kurularak, başına bir Türk subayı getirilip, Ruslara karşı kullanılması fikrini Ribbentorp Hitler'e kabul ettirmiştir. Bu amaçla, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa Berlin'e davet edilir. Fakat Nuri Paşa, Almanların Sovyetleri yenseler bile, Orta Asya Türklüğüne bağımsızlık vermeyeceklerini, Türkleri Alman çıkarları için kullanacaklarını anlayınca Türkiye'ye döner (Arslan Bulut, Yeniçağ gazetesi, 19.2.2007)!
Prof. Niyazi Berkes de, Nuri Paşa'nın bu görüşmelerinin, Alman Dışişleri Bakanlığı'nda 10, 11, 18 ve 25 Eylül 1941 tarihlerinde yapıldığını belirtiyor (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 205).
Prof. Berkes, birçok Türk ileri geleninin görüşlerini öğrenmek, ya da hizmetlerinden yararlanmak üzere Reich'a çağrıldığını; bunların kimilerinin, Almanya'nın, o ülkelerin Türk azınlıklarına bağımsızlık vermeye niyeti olmadığı, sadece Alman yönetimi ve polisinin güdümü altına konmak istendiğini anlayarak geri döndüklerini yazıyor (Berkes, age. s.233).
Prof. Berkes, Hüsnü Erkilet Paşa'nın, anti-Sovyet propaganda işinde çalışmak üzere, Almanlara bazı Kırım Tatarlarının isimlerini verdiğini de belirtir ve şunları söyler: “Erkilet'in bu budalalıkları, zavallı Kırım halkına çok pahalıya mâl olur. Çünkü bunların kışkırtma ve propagandaları yüzünden, Kırım halkı arasına ikilik sokuldu. Sovyetlere bağlı kalan Kırım halkı, Nazilerin kaçma dönemi gelince ötekiler tarafından öldürüldüler. Nazi yanlısı olduklarını Rusların bildiği yanı da, Ruslar orayı alınca sürüldüler! Bu zavallı halk, bu iki devlet arasındaki cehennemî savaşın en acıklı kurbanı oldu” (Berkes, Age. s.207).
Kırım Türklerinin Almanlarla işbirliğine aracılık yapmamız konusunda, Uğur Mumcu da şunları söylemektedir: “Erkilet Paşa, Nazi Almanya'sı adına, Turancılık konusunda görevlendirilen Elçi Henting'e, Müstecip Fogil ve Edige Kemal isimli Kırım Türklerinin adını verir şu notu ilâve eder 'Müstecip bir avukat ve yazardır; savcılık da yapmıştır. Edige de iyi eğitim görmüş genç bir insandır. Her ikisi de Kırımlıdır. Sizden bu iki güvenilir dostumuzu Kırım'a göndermenizi ve orada Türk-Alman çıkarları için kullanmanızı rica ediyorum'” (Uğur Mumcu, “40'ların Cadı Kazanı”, s. 60).
Ne var ki, Almanya, 'Turan' hülyaları içindeki Türklerin Rusya'da, Nazi-Türk işbirliği hayâline kapılmalarından rahatsız olur ve Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop 12 Eylül l942'de Ankara Büyükelçisi von Papen'e, “Türklere Turan umudu verme, bu konuyu artık Türklerle konuşma” biçiminde direktif verir ve von Papen'e 5 Aralık 1942'de şöyle yazar: “Mâlî durumlarının yetersizliği dolayısıyla, Türkiye'deki dostlarımızı destekleyebilmemiz için size 5 milyon altın Reicmark gönderilmesi buyruğunu verdim. Bu parayı rahat ve bolca kullanmanızı ve kullanma yeri hakkında bana bilgi vermenizi rica ederim” (Avcıoğlu, age. s. 1527)!
Bu para, ülkemizdeki Alman yanlılarına dağıtılmıştır!
Almanların Rus Kızıl Ordusuna karşı savaştırmak amacıyla kurduğu 'Türkistan Lejyonu'na katılanlardan birisi de ünlü Kırımlı yazar Cengiz Dağcı'dır (Yeniçağ, 8.06.2014). Ne yazık ki, günümüzde bile bu tarihî gerçekler yeterince bilinmemektedir. Kırım Türklerinin Sibirya'ya sürgün edilmesi dramı üzerine kitaplar, makaleler yazılır da, Rusların yıllarca ilişmedikleri bu Türk topluluğunun, Almanların çekilmesinden sonra niçin sürgün edildiği hiç araştırılmaz! Peki, niçin? Çünkü Rusya düşmanlığının sürmesi; Türkiye'nin Atlantik'in rotasından ayrılıp, Millî Politikalar takip etmemesi gerekiyor da ondan!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.