Reyhanlı'daki hain saldırı bütün milletimizin yüreğini kanattı. Cilvegözü'nde 17 kişinin ölümüne yol açan patlama; Akçakale'de, Esat muhalifi teröristlerin saldırısı ile bir polisimizin şehit edilmesi ve 11 vatandaşımızın yaralanması; şimdi de 51 vatandaşımızın feci şekilde hayatlarını kaybettiği; 17'si ağır olmak üzere yüze yakın vatandaşımızın yaralandığı Reyhanlı felâketi! Bunlardan bir teki demokratik bir ülkede olsaydı o hükümet bir dakika bile yerinde duramazdı! Reyhanlı bir harabeye dönmüşken hâlâ daha 'Misliyle ödetiriz' açıklamalarının yapılması tam bir kara mizah örneğidir. Suriye sınırımız nerede ise eleğe dönmüş bir durumdadır. Öldürdükleri Suriye askerinin kalbini çıkarıp yiyecek kadar vahşi insanların içinde bulunduğu Özgür Suriye Ordusu diye isimlendirilen çapulcular, ülkemizi üs olarak kullanmakta; Suriye'de eylem yaptıktan sonra bizim topraklarımıza geçmekte, yaralıları da bizim hastanelerimizde 'öncelikli' olarak tedavi edilmektedir! Reyhanlı katliamının yapıldığı akşam, TGRT televizyonunda, Reyhanlı'dan telefonla canlı yayına katılan bir muhabir gözlemlerini anlatırken, canlı yayında olunduğu için sansürlenemeyen konuşmasında, 'Reyhanlı'da Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları evlerden birinde 450 kilogram TNT ele geçirildiği bilgisini veriyordu!' Nasıl bir kontrolsüzlüğün yaşandığının delilidir. Bu durumda “Devlet nerede?” diye sormak hakkımız değil mi? Ne yazık ki, tam bir 'Saldım çayıra Mevla'm kayıra' durumu söz konusudur. Çok Partili bir sistemde, Devleti Tek Parti Anlayışı ile yönetmenin sonuçlarını yaşamaktayız! Yüz binlerce Suriyeli sığınmacıyı sınıra yakın bölgelerde barındırıyoruz. Sayılarının, dört yüz bin civarında olduğu; iki yüz bininin kamplarda, diğerlerinin ise dağınık ve kontrolsüz bir şekilde sınıra yakın bölgelerimizde yaşadıkları iddia edilmektedir. 70 bin nüfuslu Reyhanlı'da 'kontrolsüz' 40 bin sığınmacının barındığı iddia edilmektedir! Milliyet gazetesinde, Reyhanlılı bir vatandaşımızın Şubat ayında Başbakanlığa gönderdiği bir dilekçe yayınlandı. İnternette bulunup okunması gereken bu dilekçe ile vatandaşımız, Reyhanlı'da yaşanan kaosu örneklerle anlatarak, vahim olayların meydana gelebileceği, bu bakımdan, gereken tedbirlerin bir an önce alınması konusunda devletimizi uyarmış. 'Büyük Devletimiz' bu dilekçeyi Hatay Valiliğine, Valilik de Reyhanlı Kaymakamlığına havale etmiş! Kaymakam Bey de dilekçe sahibi vatandaşı 'bizi niye şikâyet ettin' diye azarlamış! İyi mi! Suriye'deki savaşa müdahil olmakla 'Başımıza büyük bir dert açtık' diyemeyeceğiz çünkü hiçbir şey bizim irademiz dahilinde değil! Suriye ile aramızdaki vize uygulamasının kaldırılmasından sonra, iki ülke arasında gelişen bu dostluk ilişkileri üzerine Batı hayranları, 'Batıdan kopuyor muyuz?' endişesi içine girmişti. Biz o tarihlerde yazdığımız bir yazıda, Müslüman ülkelerle dostluk ilişkilerinin geliştirilmesinin Atatürk'ün de temel politikası olduğunu, Atatürk'ün 1937 yılında bu amaçla Sâdâbat Paktı'nı kurduğunu; ölümünden sonra izlenen Batı yanlısı siyasetler yüzünden Arap ülkeleriyle ilişkilerimizin bozulduğunu; AKP iktidarı tarafından bu ülkelerle sıcak ilişkiler kurulmasının son derece olumlu olduğunu fakat, bu ilişkilerin bizim irademizin dışında geliştiğini, her şeyin Amerika'nın kontrolünde olduğunu, bu bakımdan 'endişeye mahal olmadığını' ifade etmiştik! Görüldüğü gibi, 'Allah muhafaza' Batı'dan koptuğumuz falan yok! Batı hayranları rahat olsun! Bir tarafta ABD patentli 'Açılım Süreci'; 'Misak-ı Milli'yi gerçekleştirmek tezgâhı altında' bir Türk-Kürt Konfederasyonu ile ülkemizin bölünmesi plânları; diğer tarafta Suriye'de yaşanan ve bizim de müdahil olduğumuz kanlı iç savaş sebebiyle ülke topraklarında yaşanan bu kanlı tablolar karşısında, bu vatana mensubiyet duygusu bulunan vatandaşlarımızın karamsarlığa kapılmamaları mümkün müdür? Fakat şunu hemen belirtelim ki, Türkiye bu kapandan kendisini kurtaracak potansiyele sahiptir. Ancak, bunun için önce hangi hatalı siyasetlerle bu duruma geldiğimiz çok iyi tahlil edilmeli; tarih iyi okunmalıdır. Biz, İsmet Paşa ile 1939'da başlayan süreçte, 'Atatürk'ün tarafsızlık siyaseti terk edilerek', Batı ile ittifak ilişkisi içine girilmeseydi her şeyin çok farklı gelişeceğine ve bugün de bu coğrafyada varlığımızı sürdürmenin, tüm bedenimizi bir zehirli sarmaşık gibi saran bu ittifaka son vermekle mümkün olacağına inanmaktayız. Bu konuyu biraz açalım. Atatürk, 1934'de, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan'ın üye olduğu Balkan Paktı'nı ve 1937 yılında da Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'ın katılımıyla Sâdâbat Paktı'nın kurulmasını sağlamıştı. Tarih kitaplarında iki satırla geçiştirilen bu Paktların ne anlam ifade ettiğini birçoğumuz bilmeyiz! Demokrat Parti milletvekili Cihat Baban'ın bu konuda verdiği bir bilgi insanı hayrete düşürüyor. Kıbrıs meselesi sebebiyle, Yunanistan'la gergin günler yaşandığı 1950'li yıllarda yapılan bir toplantıda, Cihat Baban'ın, eski Yunan Başbakanı Venizelos'a “Kıbrıs'ın bir müşterek anlaşma zemini olması meselesini nasıl görüyorsunuz?” sorusuna Venizelos şu cevabı verir: “Bakın, bir Balkan Paktı kurmadık mı? Bir gün Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında vizelerin kalkmasını, pasaportların ilgasını, gümrüklerin yok olmasını düşünmüyor muyduk? Hani, üç memleketin bir de danışma parlamentosu olacaktı? Bu pakt bütün Balkan milletlerine açık olacaktı ya! İkinci Dünya Harbi, rejim ayrılıkları bu projeleri hep hayalhanesine naklettirdi” (“Politika Galerisi”, s. 219). Balkan Paktı'nın da, Sâdâbat Paktı'nın da 'hayalhanesine' kalkmasının sebebi II. Dünya Harbi değil, İsmet Paşa'nın hatalı siyasetidir. İnönü dönemini eleştirirken, 'camiler ahıra döndü' gibi soyut iddiaları gündeme getirenler, her nedense, bu dönemin, Türkiye'yi Batı'ya bağlayan dış siyasetini sorgulamazlar! Peki, neden? Çünkü bu Batı'ya bağımlı dış siyaseti kendileri de aynen takip etmektedirler de ondan! Tuhaf değil mi? 27 Mayıs bile Adnan Menderes hükümetinin dış siyasetini sorgulamamıştı! Peki neden? Çünkü o zaman İnönü döneminin de sorgulanması gerekecekti! Eğer bu Pakt'lar sürdürülseydi; Sâdâbat Paktı, 1948 yılından sonra bağımsızlıklarına kavuşan Mısır, Suriye ve Ürdün'ün de katılmasıyla, Bölge Merkezli, güçlü bir ekonomik işbirliği örgütüne dönüşür ve tıpkı Balkan Paktı'nda öngörüldüğü gibi bu pakta dahil ülkeler arasında da vizeler kalkardı. Bu ekonomik birliğe, Sovyetler dağıldıktan sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri, hattâ Sovyetler de katılırdı. İsrail devleti kurulamazdı. ABD ve Avrupa Birliği'nin bölgemizi istikrarsızlaştıracak bütün girişimleri akim kalır; petrol ve doğalgaz gelirleri bölge ülkelerinin refahı için kullanılırdı. Ve inanınız 'Kürt Meselesi' diye bir meselemiz olmazdı çünkü, Kürtlerin bizim dışımızda yaşadığı İran, Irak ve Suriye ile sıkı işbirliği içinde olacağımızdan, Batılı 'dostların' ayrılıkçı bir terör örgütünü devreye sokabilecekleri 'mümbit' zeminler oluşamazdı! Bu ülkelerde yaşayan Kürt kardeşlerimiz, diğer etnik gruplar gibi, Millî Devlet yapısı içinde, eşit vatandaşlık hakları ile hür ve barış içinde yaşarlardı. Biz Amerika ile ittifak içine girerek bütün belâları başımıza kendi ellerimizle sardık. İyi ama 'Rus tehdidi vardı!' diyecekler olduğunu biliyoruz. Rus tehdidi bu işin kılıfıydı! Nitekim bunu 1940'ların sonlarında İsmet Paşa bir Amerikalı gazeteciye şu sözlerle itiraf edecektir: “Eğer Rusya gelip de aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu bir biçimde çözme teklifinde bulunsaydı bile ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmeye devam etmesine taraftardım” (Metin Aydoğan, “Bitmeyen Oyun”, s. 166)! Yaşadığımız felâketler, bu 'el ele' siyasetin acı meyveleridir! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.