Kemalizm konusunda yedi yazı yazdık. Yeterli olmasa bile, en azından genel bir fikir vermiştir diye umuyoruz. Kemalizm'in çok iyi bilinmesi gerekiyor.
Çünkü, bugün bu konuda bilen de bilmeyen de konuşuyor. Bilenler ekranlara pek çıkarılmadıkları için, milletimiz, bilmeyenlerin yaptıkları cahilce yorumları gerçek zannediyorlar. Hâlbuki, o yazılarımızda özellikle belirttiğimiz gibi, Kemalizm bizim Millî Sentezimizdi. Bugün, bütün Müslüman ülkelerden daha ileri ve daha modern bir Türkiye'de hür ve bağımsız olarak yaşıyor-sak; bunu Atatürk'e ve Kemalist ideolojiye borçlu olduğumuz iyi bilinmelidir.
O dizi yazımızla ilgili olarak arayan bir okurumuz, Atatürk'ün Türk Dünyası ile ilgili düşüncelerini de sordu. İlk fırsatta buna değineceğimize söz verdik. Şimdi bu konu üzerinde biraz duralım.
Atatürk'ün Türklükle ilgili fikirlerini anlayabilmek için önce İttihatçıların ve özellikle Enver Paşa'nın Turancılığı-nın ne kadar hayalci olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu konuda Şevket Süreyya Aydemir'in yaptığı değerlen-dirme oldukça aydınlatıcıdır.
Enver Paşa'nın Turan sevdasının son durağı Buhara'dır. Şevket Süreyya, bu sevdanın hazin sonucu hakkında şunları söyler: “Turan Savaşını, Buhara Emiri'nin adamlarıyla verecektir. Emir, Çarlık Rusya'sının adamıdır. Şimdi de İngilizlerden destek görmektedir! En büyük düşmanı Cedid (yenilikçi) denilen milliyetçi aydınlardır. Enver Paşa ve İttihatçılar da Cedid idiler! Emir'in adamları Enver Paşa'dan, Bolşeviklerden çok Cedidlerle savaşmasını isterler!”
Enver Paşa 1 Aralık 1921 günü karısına şunları yazar: “Bura halkı çok mutaassıp. Aleyhimde boyuna propagandalar yapılıyor. Taassuba dokunan her şeyi ortadan kaldırmak için yanımda bulunan eserleri de yaktım. Sizin resimleriniz de böylece yandı. Bana da asıl işin şu olduğunu söylüyorlar: 'Ben yalnız Ruslarla değil, asıl Ceditlerle harp etmek zorundaymışım.' Doğrusu eğer imanlı olmasam, işin sonundan ürküp, pişman olurdum. İnşallah iyi olur…'”
Buhara'ya gitmeden önce, Enver Paşa ile, Kafkaslardaki Şark Orduları Grup Komutanı olan amcası Halil Paşa arasındaki yazışmalar da, Turan idealinin boş bir hayâlden başka bir şey olamayacağını göstermesi bakımından anlamlıdır. I. Dünya Harbi'nin kaybedilmesinden sonra, her şeyin bittiğini gören Enver Paşa, son çare olarak mücadelesini Azerbaycan'da sürdürmek düşüncesindedir. Bu amaçla Azerbaycan'da bulunan Halil Paşa'ya bir mektup yazar. Halil Paşa, bu mektuba verdiği cevapta, 'Azerbaycan halkının asırlardan beri tahakküm altında ezilmiş ve millî benliğini yitirmiş olduğunu' ifade ettikten sonra, Enver Paşa'ya şu tavsiyede bulunur:
“…Bu halkın hükümetimizin aracılığı ve hattâ içinde askerimiz olmadıkça, bir iş görecek kabiliyet gösterecek mevcudiyette olmadıklarına kanaat getirdim. Yarın burada, kuvvetli başka hükümetlerin tesiri görülünce, bize sarılan halk, en evvel içlerine girmiş olan bizlere dirsek çevirecektir. Şahsınıza ait bir mecburiyet görmedikçe, kendi arzunuzla Azerbaycan muhitinde çalışmak üzere gelmekliğinizi münasip görmüyorum” (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 467).
Evet, ne Azerbaycan'da ne de Orta Asya'da gelişmiş bir Türklük bilinci vardı. Zaten, Anadolu'da olmayan şey, buralarda nasıl olabilirdi ki? Bu da, Atatürk'ün, “Önce Anadolu” demesinin ve bütün enerjisini Anadolu için harcamasının ne kadar gerçekçi olduğunu bize göstermektedir.
Atatürk'le birlikte Samsun'a çıkan subaylardan birisi olan Hüsrev Gerede, 'yürekli, özverili bir yurtsever olan Enver Paşa'nın iyimserliği ve hayâlciliğinin etkisiyle, karşılaştığı tüm güçlükleri küçük gördüğünü' belirtir ve 'Osmanlılık, Turancılık ve İslâmcılık arkasında koşan bu yiğit, mert, temiz askerin uğradığı başarısızlıkların sebebi budur' der. Gerede, Atatürk hakkında da şu değerlendirmeyi yapar: “Atatürk dingin, dikkatli, her sorunu tartan bir hesap adamı idi. Ulusal amaç, ulusal çıkar ve ülkenin esenliği sınırları içerisinde Türkçülükle yetinmeyi bildi” (“Hüsrev Gerede'nin Hatıraları”, s. 249).
Atatürk önce, Anadolu'yu Türkleştirmeye önem ver-miş olmakla birlikte Türk Dünyası ile de ilgilenmeyi sür-dürmüştür. Nitekim, Cumhuriyetin 10. Yılı törenlerinden sonra, bir sohbet sırasında Millî Türk Talebe Birliği Başkanı Dr. Zeki Butur'a şunları söyleyecektir: Benim için 'Gazi Paşa, işi gücü yokmuş gibi dil ile, tarih ile uğraşıyor' diyorlar. Yağma yok. Benim işim zaten başımdan aşkın fakat ben Türkiye'nin halihazır durumunu düşündüğüm gibi, geleceğini de düşünmek mecburiyetindeyim. Bugün Türkiye'nin dışında 100 milyonu aşkın bir Türk camiası bulunmaktadır. Bunlarla kültür bağları kurmalıyız. Dil bir bağdır, tarih bir bağdır, folklor bir bağdır. Tarihimizi onların tarihine yaklaştırmaya çalışıyoruz. Bizim bulunduğumuz yer mi, onların bulunduğu yer mi daha önemli? Bunu düşünmemiz bile abestir. Şimdiden çok çalışmamız lâzım. Bugün elinde bu Türk ülkelerini sımsıkı tutan bir devlet var. Fakat tarihte hiçbir şey sürgit değildir. Yarın bu ülkeleri elinden kaçırmak zorunda kalacak! Bunlara şimdiden sahip çıkmak lâzım. Bütün çalışmalarımızın hedefi bu yöne dönüktür. Dil ve Tarih Kurumu'nu bunun için kurduk. Sen zeki bir genç olduğun için sana söylüyorum. Ben bir devlet başkanı olduğum için konuşamam. Şu arkamdaki haritayı görüyor musun? O haritada Türkiye'nin üzerine abanmış bir güç var. İşte o güç benim omuzlarımdadır. Bu durumda ben açık konuşamam. Zaten millî ülküler konuşulmaz yaşanır!”
Prof. Hikmet Tanyu'nun belirttiğine göre, Atatürk'ün ölümünden bir ay sonra, Yücel Dergisi'nde Osman Nebi'nin bir yazısı yayınlanır. Atatürk'ün Türk Dünyası hakkındaki düşüncelerini nefis bir şekilde özetleyen bu yazıda, yeni yönetimden (İnönü) herhangi bir beklentinin dile getirilmemiş olması da ilginçtir. Osman Nebi'nn yazısı özetle şöyle: “Yazık! O daha büyük işler yapmak istiyordu: yapamadan gitti. O, büyük milletinin Anadolu'ya sıkışmış küçük bir parçasının başına geçmişti; fakat daima büyük Türklüğün hüsranını acısını kalbinde taşıdı. O, Asya'nın uzak ve feyizli ufuklarına doğru uzanan büyük milletini ayağa kaldırmak için vakit bekliyordu. O, büyük milletinin kollarına vurulmuş zinciri, O, büyük milletinin sırtında şaklayan kamçıyı kırmak istiyordu. Ve ondan sonra beşeriyete yeni ve muazzam eserler kazandıracak, beşeriyete sulhlar ve sükunetlerle dolu baharlar hazırlayacaktı. Yazık; O, bize Türk Milleti'nin kendi vicdanında sakladığı büyük gayelerini açıkça söylemiyordu bile, söyleyemeden gitti. Fakat onun tohumlarını saçtı. Tarih kitabına Türklüğün Anadolu'ya sıkışmış küçük bir kitleden ibaret olmadığını ve fakat Asya'nın uzaklarına ve gerilerine doğru uzanan büyük ve feyizli kitlelerden mürekkep olduğunu yazdı. O, bütün bunların bir kandan geldiğini söyledi. Ve bir gün hepsinin bir kalp olarak çarpacağını söylemek istedi. O, dil meseleleriyle uğraşırken bütün Türklüğün birbirini anlamasını ve birbiriyle anlaşmasını istiyordu. Kendi Maarif Vekili'ne 'İstanbul'da çıkan bir gazeteyi Kaşgar'daki Türk de anlayacaktır' dedirtti. Bu cümle büyük bir bilmecedir ve bu bilmeceyi çözmeye çalışan bazı milletler endişe etmeye başladılar. O bilmecedeki sırrın açılmasını bizlere ve ileri nesillere bıraktı. Nüfus ne kadar azdı. Vekilleri ona, 'Şark'tan, İran'dan, Hindistan'dan, Türkistan'dan Anadolu'ya Türk kabileleri getirelim' dediler. 'Hayır' dedi. Onları yerlerinde bırakın!' Ve bir gün Japon büyükelçisine veda ederken, şöyle söyledi: 'Sizinle bir gün Çin'de karşılaşacağız!”
Evet, Atatürk'ün Türk Dünyası'na bakışı işte buydu. Fakat Rusya ile dostluğa büyük önem verdiği için bunları açıkça söyleyemiyordu. Ancak, Sovyet İmparatorluğu'nun nasıl bir sonla karşılaşacağını da müthiş bir öngörü ile kestiriyordu!
Ne yazık ki, İnönü yönetimi döneminde, Atatürk'ün yazdırdığı “Türk Tarihi'nin Anahatları” kitabı müfredattan çıkartıldı! Sonra bu ülke, yaşadığımız coğrafyadan tamamen kopartılarak, Emperyalist Batı'nın yörüngesine sokuldu. Bugün başımızdaki bütün meselelerin temel sebebi işte, bu yörünge kaymasıdır. Asıl vahim olan ise, Atatürk'ten sonra bu devletin başına geçenlerin, Atatürk'ün yaptıklarının tam tersini yaptıklarının hâlâ daha yeterince bilinmemekte olmasıdır.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.