Zaman zaman, Atatürk'ün, 50 yıl sonra açıklanmasını istediği gizli bir vasiyeti olduğu iddiaları gündeme getirilir. Son haftalarda yine bu iddia gündemde! Böyle bir vasiyet varsa mutlaka açıklanmalıdır fakat bize göre bu, o kadar da önemli değildir çünkü Atatürk'ün vasiyeti Atatürk'ün bizzat yaptıklarıdır; Gençliğe Hitabe'dir; başka vasiyet aramağa ne gerek var? Atatürk, “Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse benim mânevî mirasçılarım olurlar” diyerek, mesajını çok net bir şekilde vermiştir. 'Atatürk'ün Gizli Vasiyeti var mı yok mu?' diye tartışacağımıza, Atatürk'ten sonra, “O'nun emperyalizme karşı olan, tam bağımsızlıkçı ve millî siyasetine ne kadar bağlı kalınmıştır” bunun araştırılması gerekmez mi? Hemen şunu söyleyelim ki, Küçük Amerika olmayı ve Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi bir millî hedef olarak kabul eden, 'Liberal Sol' ya da 'Sosyal Demokrat' etiketini benimseyen bir anlayış Atatürk'ün mânevî mirasçısı olamaz. Atatürk'ün gizli vasiyetini araştırmak bize göre gereksiz bir uğraştır; asıl Atatürk'ten sonra yapılanların, Atatürk'ün sağlığında yaptıklarıyla ne kadar örtüştüğü araştırılmalıdır. Ha, bu arada şunu da belirtelim ki, Atatürk kendisinden sonra devletin başına İsmet Paşa'nın değil, Mareşal Fevzi Çakmak'ın getirilmesini vasiyet etmiştir. Bunun da şahidi Cumhurbaşkanlığı Genel Kâtibi Hasan Rıza Soyak'tır. Hasan Rıza Soyak, 1938 yılı yaz aylarında bunu Atatürk'ün kendisine şu sözlerle bildirdiğini ifade etmektedir: “Elbette bunda söz ve intihap hakkı sadece milletin ve onun mümessili olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir; yalnız ben bu meseledeki mütalâamı ifade edeceğim. Evvelâ akla İsmet Paşa gelir; evet! O memlekete pek büyük hizmetler ifa etmiştir. Fakat nedense umumun sempatisini kazanamadığı görülüyor; bu yüzden durumu pek de cazip olmasa gerek. Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var. O, hem memlekete büyük hizmetler etmiş, hem de herkesle münazaa hâlinde değildir. Bu itibarla bence, Devlet Başkanlığı için en münasip arkadaş odur” (Soyak, “Atatürk'ten Hatıralar” s. 717). Soyak, bunu Başbakan Celâl Bayar'a bildirdiğini fakat onun pek oralı olmadığını; zaten Atatürk öldükten sonra da ağırlığını İsmet Paşa'dan yana koyduğunu belirtmektedir! Sonrası hepimizin mâlûmudur; İsmet Paşa ile birlikte Atatürk'ün dış siyaset anlayışı terk edilecek; II. Dünya Harbi'nden sonra, 'Küçük Amerika' olmak sevdası ile Türkiye'yi Amerika'nın vesayeti altına sokacak ilişkiler başlatılacaktır. 'Sovyet Tehdidi' de 'Komünizm Tehlikesi' de bunu perdelemek için, abartılarak kullanılmıştır. Atatürk'ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün Sovyetlerle ve Arap ülkeleri ile dostluk ilişkilerini gözeten bir dış politika izlenmesini istediğini belirtmektedir. Hâlbuki Sovyetler, Alman istilâcılarına karşı Stalingrad önlerinde o efsanevî savunmayı yaparken, İsmet Paşa Churchill'e, 'Almanlarla birleşerek Sovyetlere karşı birleşik bir cephe açılmasını' teklif edebilmiştir (Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar” s. 336)! Her vatansever, Osmanlı'nın çöküş ve Cumhuriyetin kuruluş dönemini iyi incelemelidir; iyi incelemelidir ki, bugün hâlâ daha sürdürülen yapay bölünmelere bir son verilebilinsin. Bugün, Atatürk ve Millî Devlet anlayışı üzerinde nasıl bir yıpratma kampanyası yürütüldüğü gözler önündedir. Bunu yapanların bir kısmının işbirlikçi olduğunu biliyoruz fakat çok önemli bir kısmı zihinleri iğfal edilmiş olan vatandaşlarımızdır. Ne yazık ki ve ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasından Atatürk'e 'İngiliz Ajanı' diyen gafiller de çıkabilmektedir. Atatürk'ü öldürmekle görevli bir İngiliz ajanı olan Hintli Müslüman Mustafa Sagir, İngiliz casusu olduğunun anlaşılması sebebiyle, İngilizlerin Ankara Hükümetine büyük baskılar yapmalarına rağmen, 1921 yılında Ankara'da idam edilmiştir! Mustafa Sagir sorgusunda şunları itiraf etmişti: “Lawrence, Osmanlı İmparatorluğu'nu altınlarıyla yıkmıştı! İngilizler beni de millî hükümeti tabanca ile ortadan kaldırmakla görevlendirdiler. Maksadım Mustafa Kemal Paşa'yı öldürmekti.” Hattâ İsmet Paşa'nın, İngiltere ile ilişkilerimizi daha da bozacağı düşüncesiyle Atatürk'e başvurarak Mustafa Sagir'in idam edilmemesini istediği bilinir. Diğer taraftan İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığınca tutuklanarak Malta adasına sürülen Türklere karşılık, Mustafa Kemal Paşa'nın derhal, Anadolu'da bulunan bütün İngiliz subaylarını tevkif ettirdiğini de biliyoruz. Sakarya Zaferi'nden sonra İngilizlerle anlaşılarak, İngiliz tutuklulara karşı Malta'daki Türk tutukluların serbest bırakılması sağlanmıştır. Malta'da tutuklu olarak bulunan Rauf Bey de (Orbay) bu sayede Ankara'ya gelebilmiş ve Meclis onu Başbakanlığa getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, İngiltere'ye karşı her zaman dikkatli olmuştur. Nitekim daha Mondros Mütarekesi imzalanır imzalanmaz, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa Hükümetini, İngiltere'ye karşı teslimiyetçi olunmaması konusunda şu sözlerle uyarmıştır: “İngilizlerin her dediklerine boyun eğecek olursak, ihtiraslarının önüne geçmeğe imkân olmayacaktır” (Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, s. 169). 'Mustafa Kemal Paşa İngiliz Ajanı' imiş! Bu nasıl bir vicdansızlıktır? “Yeter, ümmeti Muhammedi kırdırmayın. Bu savaş kazanılamaz” diyenler, zaferden sonra pişkinlikle “Yahu bu savaşa ne gerek vardı, İngilizler zaten İzmir'i bize verecekti” diyecektir. Bu zihniyet Büyük Zafer'den sonra da Mustafa Kemal Paşa'ya karşı muhalefetini sürdürmüştür. Onların muhalefetlerinin sebebi kıskançlıktı; bugün hadise daha farklıdır. Bugün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk aleyhindeki iftira kampanyasından etkilenerek, O'na karşı cephe alanlar, bu iftiraların arkasında Batı emperyalizminin bulunduğunu görmelidirler. Emperyalist devletler bunu yapmakta kendi açılarından haklıdır çünkü Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin bu coğrafyadaki bütün hesaplarını alt üst etmiştir. Sevr'i çöpe göndererek, tam istiklâlimizi sağlayan Lozan Antlaşmasını onlara kabul ettirmiştir. Bu, o günün şartlarında muazzam bir hadisedir. Bölgemizdeki emellerini gerçekleştirmek isteyen, dünyanın bütün mazlum milletlerinin millî servetlerini kan sülüğü gibi emen emperyalist, yani eski, sömürgeci devletlerin önlerindeki en büyük engel, Atatürkçü duruştur. Bugün sözde İslâmcıların Atatürk'e karşı çıkmalarının en önde gelen sebeplerinden biri, Hilâfet meselesi ve ibadetin Türkçe yapılması konusundaki bazı aşırı uygulamalardır. Her şey döneminin şartlarında değerlendirilmelidir. Hatırlamak gerekir ki, o insanlar ellerinden koca bir imparatorluğun akıp gittiğini görmüşlerdi. Onun için, büyük bedeller ödenerek kazanılan bu kutsal vatan topraklarının kaybedileceği endişesi içindeki devlet kurucularının, bugün bize aşırı gelebilecek bazı hassasiyetlerini anlayışla karşılamak gerekir. Bu bakımdan, bugün hâlâ geçmişle hesaplaşma hıncı içinde olanlar, her şeyden önce bize bu koca ülkeyi bırakmayı başaran o insanları şükranla yad etmeli, hatıralarını hürmetle anmalıdır. Bir kez daha hatırlatırız ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sovyetler Birliği ile kurduğu dostluk ilişkisi ve zamanın bağımsız Müslüman devletleri olan İran, Irak ve Afganistan'la kurduğu Sâdâbat Paktı ile emperyalist emellere set çekmeyi başarmıştı. Ondan sonra gelenler ise bu güzelim ülkeyi Batı emperyalizminin vesayeti altına sokmuşlardır. Bu vesayetin acı sonuçlarını hemen her gün yaşamaktayız. Başbakanımızın İran ziyaretinde, dinî lider Hamaney şu öneriyi yapmış: 1.Nükleer programı birlikte yürütelim, 2. TL üzerinden alışveriş yapalım, 3. Türkiye İran'da petrol ve doğalgaz sondajı yapsın, birlikte üretip satsın! ABD'nin talebi üzerine, elinde bulunan zenginleştirilmiş uranyumu bu ülkeye devrediyoruz ve ABD Büyükelçisinin küstah uyarısının üstünden 24 saat geçmeden, İran'a uygulanan ambargoya katılarak, İran'dan yapılan petrol ithalâtını yüzde yirmi azaltıyoruz! Bizim cevabımız işte bu! Biz ABD'nin bütün isteklerini anında yerine getiriyoruz. Peki, bu 'Dost' ülke ne yapıyor? İsrail ve Yunanistan'la birlikte Doğu Akdeniz'deki sondaj kuyularını muhtemel düşmana karşı korumak amacıyla 'Nobla Dina' isimli bir askerî tatbikat yapıyor! Tatbikatın ismi Tevrat'tan! Peki, yanına İsrail'i de alan bu Haçlı İttifakı'nın hedefi kim? Müslüman Türkiye! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.