Başbakan Batı'nın Mısır'a müdahale etmemesini eleştirirken şu talihsiz açıklamayı yapmıştı: “Siz Suriye için bizden yardım istediniz. Biz de yaptık!” Bu sözler, dış politikamızın millîlikten ne kadar uzaklaştığının itirafı değil midir? Müslüman Kardeşlerin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını biliyoruz. Ancak marûz kaldıkları çok sert müdahaleyi de onaylamıyoruz. Ayrıca, şu soruları da sormadan edemiyoruz: 1-Eğer, Mısır ordusu, Mursi'ye karşı ayaklananların değil de, Mursi'nin yanında yer alsaydı ve ölenler Mursi'ye karşı direnenler olsaydı; Mursi için meydanlara dökülen 'Demokrasi Savaşçıları' aynı desteği Mursi'ye karşı ayaklanan Mısır halkına da verirler miydi? 2-Amerikan askerleri, Irak'ta, aralarında çok sayıda Türkmen'in de bulunduğu bir milyonun üzerinde Irak'lı Müslüman kardeşimizi öldürdüler. Binlerce Müslüman kadına tecavüz ettiler. Mursi'ye verilen destek Irak halkından niçin esirgendi? 3- Irak'ta yaşanan vahşeti seyredip; Mısır için yas ilân etmek nasıl bir anlayıştır? Şu hâlimize bakın! PKK'ya karşı kahramanca mücadele eden Silâhlı Kuvvetlerimizin Genelkurmay Başkanı 'Terör Örgütünün Başı' olmak gibi çok ağır bir suçlama ile mahkûm edilmiş; PKK terör örgütünün başı ile 'Barış için' müzakereler yapılmakta! Yakında bu hainlere 'Terörist' diyenler hakkında dava açılırsa şaşırmayınız. Atatürk'ten sonra bu ülkenin yönetimine gelen Batı hayranı iktidarların ve aydınların basiretsizlikleri ile buralara kadar sürüklendik. “Emperyalizm bizi affeder mi? Yüz yıllık emeğinin ürünü Sevr'i ve Üçlü Anlaşma'yı tarihe gömdük. Hevesi kursağında kaldı. Affetmez! Bizi yine uyutmak, istediklerini yaptırmak isteyecektir. Onun için gözümüzü daima dört açmalı ve çok çalışmalıyız. Tarihimizi iyi bilmeli, bağımsızlık bilincini güçlendirmeliyiz!” Yukarıdaki söz, Atatürk'ün, emperyalizme karşı dikkatli olmamız için yaptığı onlarca uyarıdan sadece bir tanesidir. Ne yazık ki, Atatürk'ün bütün uyarıları göz ardı edilerek, hakkımızdaki niyetlerini çok iyi bilmemiz gereken emperyalizme teslim olduk! “Bu cendereden nasıl kurtuluruz?” sorusunun cevabını bize ancak tarih verebilir. Evet! Tarihimizi önyargısız bir şekilde araştırmadıkça ve karşımıza çıkacak gerçeklerin ışığında 'Ezberlerimizi Düzeltmedikçe' bu cendereden kurtulmak mümkün değildir. Araştırmaya, 'Aydınlanmamızın Milâdı' kabul edilen I. Meşrûtiyet'ten başlamak; Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile sürdürmek gerekir. Bunu yapmadıkça, hastalığımızın sebeplerini doğru tespit etmek ve doğru bir çözümde birleşmek mümkün değildir. 'Batı'dan tokat üstüne tokat yiyen Osmanlı'yı nasıl ayağa kaldırırız' arayışındaki Osmanlı aydınları, Batı'daki gibi, bir Anayasalı ve Meclis'li sistemi yani Meşrûtiyet idaresini kurtuluş olarak görmekteydiler. Şevket Süreyeya Aydemir, dünyadan habersiz Osmanlı aydınlarının bu hayalperestliği konusunda şu değerlendirmeyi yapar: “Batı'da hürriyet, hemen bütün dünyanın, yani bütün sömürge ve yarı sömürgelerin hürriyetsizliği pahasına yaşıyordu. Dünya asırlardır Batı için çalışmıştı. Hâlbuki, kol gücünden ve alın terinden başka sermayesi bulunmayan Türkiye'nin, kendini bir Batı hürriyeti sarhoşluğu içinde, bir Batı demokrasisinin hayaline kaptırması ancak bir aldanışla neticelenebilirdi (Tek Adam, Cilt III, s. 210)! Ne yazık ki, bugün olduğu gibi, dün de, pek az sayıda aydın bunun farkındaydı! Sultan Abdülhamid'in Jön Türkler hakkında yaptığı şu değerlendirme; onun meseleye ne kadar basiretli baktığını göstermektedir: “Bizim Jön Türkler hayalperesttirler çünkü bizde Kanûn-i Esasi'yi ve Meşrûtî Hükümeti ilân etmek, umumî bir karışıklığı davet etmek, herkesi birbirine düşürmek demektir. Bu, bütün Osmanlı İmparatorluğu'nu sarsar. İngilizlerin, her vesileyle Jön Türkleri tutmaları şayanı dikkattir ve bizim memleketimizde Kanûn-i Esasi'yi getirmek için ellerinden geleni yaparlarken, aynı şeyleri Hindistan için reddetmektedirler” (Nurer Uğurlu, “Ulu Hakan mı, Kızıl Sultan mı?” , s. 283)! 1876'daki Anayasa çalışmaları sırasında, Fetva Emini Halil Efendi, Meclis'te, Müslümanlarla birlikte Hıristiyanların da temsiline şu itirazı yapar: “Rus devletinin yönetimi altında milyonlarca Müslüman yaşıyor. Bu devlet, bunları kendi egemenliğine katıyor mu? Meşrutî bir devlet olan İngiltere, Hindistan'da yüz elli milyon insan üzerinde egemendir; İngiliz parlamentosunda bunların bir tek temsilcisi olduğu görülmüş müdür?” Prof. Niyazi Berkes'e göre Fetva Emini'nin çıkarmak istediği sonuç şudur: “Bir devlete farz olan şey, tebaasını adaletle yönetmek, güvenliğini sağlamaktır; başka ırklardan olan kişilerin eline hükümet dizginlerini vermek değildir… Eşitlikten söz edenler, Müslümanların mutlu, zengin; Hıristiyanların sefil ve fakir olduğunu iddia etmek istiyorlarsa, gerçeğin bunun tüm tersi olduğunu bütün dünya bilir” (Prof. Niyazi Berkes, “Türkiye'de Çağdaşlaşma”, s. 318)! II. Abdülhamid'in, Jön Türkler hakkındaki şu değerlendirmesi de âdeta bir kehanetten farksızdır: “Bugün inkılâp fikirleriyle mest olan bu adamlar, yarın tavsiye ettikleri bu yeniliklerin, felâkete götüren yollar olduğunu anlayacaklardır!” Ve öyle de olur; önce Balkanlar, daha sonra da koca imparatorluk elden gider! Şinasi, başlangıçta birlikte hareket ettiği Yeni Osmanlılar'la, şu gerekçelerle yolunu ayırır: “Siyasî bir devrim, ister II. Mahmut gibi bir padişah, ister Reşit Paşa gibi bir devlet adamı önderliği altında olsun, tepeden gelemez; halktan gelmeliydi. Bunun için de, devrim projeleri kurmaktansa halkı eğitmek, aydınlatmak gerekir!” Ahmet Vefik Paşa ve Ahmet Mithat Efendi'de bu anlayışı paylaşacak ve Yeni Osmanlılar'dan ayrılarak II. Abdülhamid'in yanında yer alacaklardır. Prof. Niyazi Berkes, halkın nezdinde Namık Kemal'den çok daha etkili olduğunu belirttiği Ahmet Mithat Efendi hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Onun dili, Namık Kemal'inki gibi şimşeklerin çakmasını, göklerin gürlemesini andırmaz; meddahların, halk tarafından zevkle dinlenen hikâyelerini andırır. Türk dilinde roman yazarlığının öncüsü ve teşvikçisi olmuştur. Bu tekniğin yardımıyla Ahmet Mithat okuyucularını rahatsız etmeden içinde yaşadıkları koşulların gülünç yanlarını, çevredeki insanlar arasındaki kuşak, sınıf, eğitim ayrılıklarını gösterir. Bu, okuyucuya, ya alışılana karşı ya da kendisine yeni diye gösterilene karşı olan inancını sarsan bir kuşkuculuk getirir. Geleneklere o denli bağlılık beklenen bir dönemde o, geleneklerin bazılarını eleştiren romanlarını rahatlıkla yazmış ve okutmuştur” (“Türkiye'de Çağdaşlaşma” s. 365). Sultan II. Abdülhamid'in İngiltere'ye hiç güvenmemesini, İngiliz taraftarı olmak için yeterli gören ve padişaha duydukları düşmanlık yüzünden tuhaf görüş bozukluklarına uğrayan Jön Türkler, İngiltere'yi dünyanın en medenî ülkesi zannediyorlardı. Bu körlük, akıl almaz aptallıklar yapmalarına da sebep olmuştur. Meselâ, Askerî Tıbbiyeli bazı öğrenciler bir ayaklanma sırasında, ne kadar hürriyetçi olduklarını göstermek için okullarına İngiliz bayrağı çekmeye kalkışmışlardır! Bir grup Jön Türk ise, II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra İstanbul'a gelen İngiliz elçisinin arabasındaki atları çözüp, arabayı kendileri çekerler (Beşir Ayvazoğlu, Tercüman, 7.05.2006)! Doğan Avcıoğlu'nun belirttiğine göre, İngiltere, Akdeniz'de ve Asya'da Çarlık Rusya'sı ile çetin bir çıkar mücadelesinde bulunurken, Rusya'ya karşı Osmanlı Devletini desteklemiş, daha doğrusu Rusya'ya karşı bir tampon devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. İngiltere bu politika ile, Saray ve Bâbıâli'de egemenliğini kurmuş, kamuoyunda 'Rusya İslâm'ın Düşmanıdır; İngiltere İse Dostudur' görüntüsünü vermiştir. Hikmet Bayur'ın yazdığına göre, İttihat ve Terakki, Abdülhamid'i Çar'ın adamı saymaktadır (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 39, 41)! Tarihimizden bîhaber aydınlarımızın pek hoşuna giden 'Kızıl Sultan' lâkabını Abdülhamid'e iliştiren de İngiltere'dir! Sebebi, Abdülhamid'in İngiltere'ye teslim olmayarak Rusya ile de dostluk politikası sürdürmesidir. Türkiye Atatürk döneminde de Rusya ile dostluğa önem vermiş ve bunun büyük yararlarını da görmüştü. Ne yazık ki, 'Rusya düşmanlığı' akıl almaz bir gafletle II. Dünya Harbi'nden sonra, bu defa ABD'nin 'koruyuculuğunda' yeniden gündeme gelecektir. Sonuçları meydandadır. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.