Ziya Gökalp 1917'de, Muallim dergisinde, 'Maarif Meselemiz' başlığı ile yayımlanan iki yazısında, Osmanlı'nın son dönemindeki eğitim karmaşasını ve bunun sebep olduğu sonuçları bakınız nasıl tanımlamış: “Türkiye'yi diğer ülkelerden ayıran bir özellik var. Başka milletlerde en seciyeli ve ahlâklı kimseler tahsilde en ziyade ileri gitmiş kimseler arasından çıktığı hâlde, bizde çoğunlukla bunun tersi gerçekleşiyor. Türkiye'de vatan için en zararlı adamlar medrese veya mektepten nasip alanlardır. Meşrûtiyetin ilânından beri (1908) gördüğümüz birçok vakalar, bu çelişik gerçeği teyid etmektedir. Türkiye'de medrese ve mektep, terbiye ettiği kişilerin ahlâk ve seciyesini bozuyor. Bizi diğer milletlerden ayıran bu özelliğin sebebi nedir? Bence bunun bir tek sebebi var; diğer milletlerin maarifi millî bir nitelikte olduğu hâlde, bizim maarifimizin kozmopolit bir durumda bulunmasıdır. Maarifimizin kozmopolit olduğunu anlamak için derin incelemelere gerek yoktur. İstanbul'daki kitapçı dükkânlarıyla ders yerlerine tasnifkâr bir bakışla bakmak yeterlidir. İstanbul'da üç tür kitapçı vardır: 1. Sahaflar, 2. Beyoğlu, 3. Babıâli caddesi kitapçıları… Sahaflardaki eğitim-öğretim Arap ve Acem'e; Beyoğlu'ndaki eğitim-öğretim Avrupa'ya aittir. Babıâli caddesindeki Tanzimat eğitim-öğretimi ise bu öncekilerin perişan çevirilerinden ve acemicesine aşırılma ve taklitlerden oluşmaktadır. Millî eğitim öğretimin ise ne kitapları ne kitapçıları henüz vücuda gelmemiştir! Ders yerleri de kitapçı dükkânları gibi üç türlüdür: 1. Medreseler, 2. Yabancı Mektepleri, 3. Tanzimat Mektepleri.. Sahafların kitapları Medreselerde; Beyoğlu'nun kitapları Yabancı Mekteplerde; Babıâli caddesinin kitapları Tanzimat Mekteplerinde okutulur. Ders okutulan bu üç yerin farkları birbirinden o kadar açıktır ki, herhangi bir Türk ile on dakika görüşmeniz, onun hangisinden yetiştiği-ni anlamanıza yeter. Bu üç ders yeri ortak bir özellik taşır: Oralarda yetişen Softa, Levanten ve Tanzi-matçıların üçünde de kişilik göremezsiniz. Memle-ketimizin en büyük hastalığı budur.” Millî kimlik ancak Millî Eğitimle gerçekleşir. Biz bunu çok acı tecrübelerle öğrenmiş bir milletiz. Atatürk'ün Eğitim Devrimi ve eğitime, “Millî Eğitim” ismini vermesi bu bakımdan çok anlamlıdır. Bugün, Eğitim Birliğini yok ederek, çocuklarımızı cahil bırakan; bu suretle, ülkemizin Batı emperyalizminin hâkimiyeti altına girmesine sebep olan medrese benzeri eğitim kurumlarını yeniden diriltmeye çalışmak, çocuklarımızı, Cumhuriyetin önemini idrak edemeyen birtakım sözde dinî vakıf, tarikat ve cemaatlerin eline bırakmak tarihten hiç ders alınmadığını göstermektedir. Bugün yaşadığımız bu savrulmaların sebebi, Cumhuriyetin Millî Eğitim siyasetinin terk edilerek, Batı taklidi ya da Osmanlı taklidi eğitim kurumlarıyla, yeniden Cumhuriyet öncesine dönülmüş olmasıdır. Dünyanın en başarılı yüz üniversitesi içersinde bir tek Türk üniversitesinin bulunmaması düşündürücü değil midir? Biz, bize bu kutsal topraklarda, tam bağımsız ve başı dik bir millet olarak yaşamak imkânını sağlayan Kemalizm'i terk ederek, Batı ile ittifak yaptıktan sonra başımıza gelmeyen kalmadı. Bugün, Kemalizm'e yapılan saldırıların temel sebebi, bu gerçeğin görülmesi endişesidir. Çünkü gerçek görüldüğünde bütün oyun bozulacak! Çünkü o zaman Batı'nın vesayet çarklarını kırarak dimdik ayağa kalkacak olan Türkiye, tarihî misyonu olan, 'Mazlum Milletlerin Savunuculuğu' rolünü yeniden üstlenebilecek; Batı İttifakının yerine, Bölge Devletleri ile kurulacak yakın işbirliği ile, bu coğrafya yeniden, barışa ve huzura kavuşacak. Sömürülen kaynaklarımız, bölge halklarının refahı için kullanılabilecek. Batılı 'Dostlar' ve içimizdeki Batı ajanları hiç bunu isterler mi? Batı hayranlığından ya da, Kur'an'ı anlaya-mayan 'Ümmetçi Bakıştan' kaynaklanan, Türk Kimliği ve Millî Devlet karşıtlığı bugün en önemli meselemizdir. Türk Kimliği benimsenmeden, bu coğrafyada, bağımsız bir devlet olarak varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Hepimiz Müslüman'ız doğru; ama bakınız kaç Müslüman devlet var! Millî Devletler çağımızın bir gerçeğidir. Millî Devlete karşı çıkan Ümmetçi yorumların sebebi, Kur'an'ın temel mesajının doğru kavranılamamış olmasıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın günlüklerindeki bazı notlar da, aydınlarımızın, Atatürk'ün Millî Sentezi-ni anlamaktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Tanpınar, 11 Ocak 1962 tarihli günlüğünde, 'Muhafazakâr' ve 'Sol' aydınlardan bakınız nasıl yakınıyor: “Gariptir ki, eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyor. Sağcılara göre ben, angajmanları –Huzur ve Beş Şehir- hilâfına, sola kayıyorum; solu tutuyorum! Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçıların değilse bile, sağcıların safındayım!…” Oysa, Tanpınar, üstadı Yahya Kemal'in Ziya Gökalp'i yanıtlarken tanımladığı gibi, “Kökü mazide olan âtiyim” anlayışına sahip; tarihin bize kazandırdıklarını bilen ve bunlardan beslenerek kendini geliştiren; günceli de yakalayarak 'aslını kaybetmeden' değişimini sürdüren bir Millet Aydınıydı. Bu da ancak, sağlam bir Millî Kimlikle başarılabilirdi. İşte, Batı karşısındaki eziklikle, daha Tanzimatçılarla birlikte başlayan, geçmişi önemsemeyen ya da bunun zıddı olarak, geçmiş özlemi ile yaşayan fakat ikisi de millî bir sentez yapamayan aydınların çatışması günümüzde de en temel sorunumuzdur. Sorunlarımıza çözüm bulmak iddiasında olanlar, önce doğru bir tarih bilgisi ile bilgilenmelidirler. Birçoklarımıza göre, 'Sultan Abdülhamid gerici, İttihatçılar ilericidir. II. Meşrutiyet bir devrimdir. Osmanlıyı nasıl olsa paylaşacaklardı! I. Dünya Harbi'ne katılmak zorundaydık! Atatürk, Hilâfeti kaldırmakla İslâmiyet'e en büyük kötülüğü yaptı! İsmet Paşa'nın basireti sayesinde II. Dünya Harbi'ne katılmadık! Rus tehdidi yüzünden Batı ittifakına katıldık!' Bunların hiçbiri tarihî gerçeklerle örtüşmemektedir. Hilâfet konusunun İslâm'la bir ilgisi yoktur! Bunu daha önce de yazdık. Fakat gerçekler bilinmeyince boş tartışmalar da devam ediyor. Bize göre asıl mesele, dinimize Fransız olan ve tarihimizi bilmeyen; dindar fakat dini ve tarihimizi bilmeyen aydınlarımızdır! Sol aydınların ve muhafazakâr aydınların dinî konulardaki bilgisizliği, din istismarcılarının halkımızı avuçlarına almalarını kolaylaştırıyor. Aydınlar 'Kur'an'daki İslâm'ı' bilmedikleri için, meselâ Atatürk dönemini din dışı olmakla suçlayanlara, Kur'an'ı referans alarak bir karşılık veremiyorlar. Bu yüzden, halk da kendilerine ışık olacakların değil, kendilerini karanlıkta tutanların, Allah'la aldatanların peşinden gidiyor. İslâmiyet neredeyse namaz, oruç gibi ritüellere indirgenmiş! Hâlbuki, cahiliye Arapları da kendilerine göre bir namaz kılıyor; oruç, haç, zekat, kurban gibi ritüelleri yerine getiriyorlardı. İslâmiyet, zulmün, ahlâksızlığın ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir toplumda, Barış, Adalet ve Ahlâk dini olarak ortaya çıktı. Kur'an'ın ana mesajı budur. Tek Parti Döneminde din düşmanlığı yapıldığına inananlar çok vahim bir yanılgı içindedirler. Önce şunu iyi bilmek gerekir: Dinimiz bizden ne istiyor? Dinimizin sosyal hedefleri ne? Kıbleye dönmek neyi ifade ediyor? Cumhuriyetin hedefleri neydi? Ne yazık ki, Kur'an'ın temel mesajları unutularak 've belki de özellikle unutturularak', din birtakım ritüellere indirgenmiş ve insanların dindarlığı ya da dinsizliği, dinin ana esası olan sosyal hedeflere uygun olarak yaşayıp yaşamamalarına göre değil; bu ritüellere ne kadar uyulup uyulmadığına bakılarak ölçülür olmuştur. İşte bu Cumhuriyeti kuranların 'din düşmanı olduğu' değerlendirmesi de, bu çarpık ölçütün bir sonucudur. Hâlbuki, o aziz insanların bütün yaptıkları dinimizin sosyal hedefleri doğrultusundaydı. Yani Tam Bağımsız bir devlet yapısı içinde, Adaletin, Eşitliğin, Kardeşliğin hâkim olduğu bir Sosyal Devlet düzeni! Nisa Suresi 58. ayet “Emaneti ehline verin, hükmettiğinizde adaletle hükmedin” diyor! 'Dinsiz' diye iftira edilen Atatürk Dönemi ile sonrası bu ayete göre değerlendirildiğinde, acaba İslâm'a en uygun olan hangi dönemdir dersiniz? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.