Tarihimizin yüz karası olan, 'Ergenekon Terör Örgütü' davasını görüşen Yargıtay, bu davayı esastan ve usulden bozdu. Yargıtay'ın gerekçeli kararında, 'darbe iddialarına dair delillerin inandırıcı bulunmadığı' belirtilmiş. Yandaş basın bu dava sürecinde, nasıl da yargısız infaz yapmıştı! Şimdi utanmadan, 'Kumpas çöktü' diye manşetler atıyorlar!
Bize sürekli olarak demokrasi ve insan hakları dersi veren ABD'nin ve Avrupa Birliği'nin, Millî Ordumuzu hedef alan bu kumpas davalarında sergiledikleri 'demokrat' tavrı da unutmadık. Millî şuur fukarası tüm demokratların, insan hakları savunucularının ve özgürlükçülerin Kâbe'si olan Batı'lı 'Dostların', 'Ergenekon Terör Örgütü' davasına verdikleri destek ve bu süreçte yaşanan hukuksuzluklar karşısındaki sessizlikleri, bu emperyalist devletlerin, ancak 'Kendilerine Demokrat' olduklarının da kanıtıdır. AKP hakkındaki kapatma davası sırasında, demokrasi havarisi kesilen ABD ve Avrupa Birliği sözcüleri, 'Ergenekon Terör Örgütü' diye adlandırılan ve ortaya konulan düzmece delillerden, kumpas olduklarını sıradan bir hukukçunun bile anlayabileceği bu davalar için, “Sonuna kadar gidilsin!” diye buyurmaktaydılar! Avrupa Birliği'nin bize bu konudaki bir tavsiyesini hatırlatalım: “Avrupa Parlamentosu, Türk makamlarını, kanun hâkimiyeti ilkesine sıkıca bağlı kalarak, 'Ergenekon Cinayet Örgütü' ile ilgili soruşturmasını kararlılıkla sürdürmeye, bu örgütün devletin yapılanmasının içine sızmış bulunan şebekesini tümüyle ortaya çıkartmaya ve bu işlere karışmış olanları adalete teslim etmeye teşvik eder…” İlginç değil mi? Bu tarihte, daha iddianame ortada yoktu! Yargılama başlamamıştı! 'Çete ve Darbe' suçlaması ile gözaltına alınanlar suçlu mu, değil mi belli değildi! Fakat bize demokrasi ve insan hakları dersi veren AB çoktan hükmünü vermiş: “Varlığı bile kanıtlanamayan Ergenekon, bir cinayet örgütü”! Kumpas davaları kapsamında, Milliyetçi-Ulusalcı olarak nitelenemeyecek Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi liberal eğilimli yazarların da tutuklanması üzerine, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre şu tepkiyi vermişti: “Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın yaptıkları araştırmacı gazetecilik çalışmaları uluslararası düzeyde kabul görüyor. Bu isimlerin Ergenekon darbe plânlayıcıları gibi ulusalcı hareketlerle bağlantılı olabileceklerine inanmak zor!” Bu gazeteciler ulusalcı hareketlerle bağlantılı değilmiş! Yani, Milliyetçi-Ulusalcı iseniz; Millî Kültürünüzü, Millî Birliğinizi, Millî Menfaatlerinizi savunuyorsanız eğer, suçunuz büyük! Peki, Batı'nın istediklerini yaparsak Batı bizi sever mi? Bütün istediklerini yapsak da Batı bizi sevmez. Hem, bizi sevmeleri de şart değil. Bize saygı duysunlar yeter ki, bu saygıyı da ancak, onların önünde eğilen değil; dik duruşlu iktidarlar sağlayabilir! Atatürk döneminde dünyada nasıl bir itibara sahip olduğumuzu hatırlayınız. Bu itibarın devamlı olabilmesi için devlet yönetiminde Atatürk'ün gösterdiği Devlet Adamlığı hassasiyetinin gösterilmesi gerekirdi. Ne yazık ki, Küçük Amerika olmak sevdası bize bu hassasiyeti kaybettirdi. Türk Milleti'ne karşı olan duygularını pek iyi bilmemiz gereken; topraklarımızda Büyük Ermenistan, Büyük Kürdistan hayalleri kuran Batı ile medenî ilişkiler kurmanın ötesinde, ne yazık ki, Batıcı iktidarlar, -muhafazakârı, liberali ve hattâ Atatürkçüsü- bunları 'veli' edindi! Bu 'veli edinmek' meselesini özellikle siyasî hayatlarında din referansını sıkça kullananlar için biraz açalım. Maide Suresi, 5l. Âyet genellikle şu şekilde tefsir edilir: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.” Âyette geçen ve 'DOST' olarak tefsir edilen kelimenin başka tefsirleri de olduğunu biliyoruz. Meselâ bu konuda Prof. Hüseyin Hatemi, şu çok önemli yorumu yapıyor: “Bu âyette 'dost tutmayın' değil, 'mevlâ, veli edinmeyin' buyrulmaktadır. Mümtehine Suresinin 8. ve 9. âyetleri ile karşılaştırırsak, yanlış çeviri açıkça ortaya çıkar. 'Mevlâ, veli edinmeyin' demek, “siyasî bağımlılıkları, egemenlikleri altına girmeyin” demektir. Eşit konumda ve ahlâkî amaçlarla işbirliği yapmak ile emperyalizmin dayatması ve sömürüsü altına girerek bağımlı olmayı birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir. Zalim destekleniyorsa, bunun 'imandan çıkma' anlamına geldiği açıktır. Buna karşılık, mazluma yardım için uluslararası işbirliği amacı İslâmî bir amaçtır.” Ne tuhaftır ki, Batı ile bu 'velilik' durumundaki bağımlılık ilişkisi, muhafazakâr kardeşlerimizi bile pek rahatsız etmiyor! Siyaset dünyamızın ve aydınlarımızın Batı'ya bu düzeydeki bağımlılıkları bizim en temel sorunumuzdur. Bakınız, Türkiye'de yıllarca öğretim üyeliği yapan Alman Profesör Prof. Neumark, Batı konusunda bizi nasıl uyarıyor: “Çok samimî olarak ifade edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır, kilisenin Türk ve İslâm düşmanlığı, Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince, Müslüman olduğu için sevmez; ama faraza, lâiklik şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder. Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar: 'Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih kalmaz.' Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız. En az dört yüz yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanları Haçlı Ordusuna mezar ettiler. Sizi silâh ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar…. Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Yine sizler Avrupa'nın tarihî düşmanısınız ve düşmanı olarak kalacaksınız.” Batı ittifakı içinde yer almanın, 'Kurtuluş' olarak görülmesinin sebebi, aydınlarımızın Tanzimat'tan bu yana Batı'ya karşı duydukları hayranlıktır. Bu hayranlık; Batılılaşmak uğrunda, kendi kimliğimizi ve değerlerimizi dışlamak gibi çok vahim bir hataya da sebep olmuştur. Ahmet Cemal yıllar öce Cumhuriyet gazetesinde, bu kimlik bunalımı konusunda şu özlü tespiti yapmıştı: “Tanzimat'ın yönetici kadrosu ve kurumları, bütünüyle çağdışı kalmış bir imparatorluğu kurtaramadı. Bu imparatorluktan sonraki Atatürk Dönemi ise, cumhuriyetle birlikte işe farklı bir yerden başladı. Şöyle ki, Atatürk Dönemi, bütünü açısından çağdaşlaşma ve özgün bir millî kimlik kazanma çabalarının tam anlamıyla birlikte yürütüldüğü bir dönemdir. Bunun sebebi, Atatürk'ün İmparatorluk-Cumhuriyet ekseninde müthiş bir dönüşümü yaşayan bir toplumun, bu dönüşümün beraberinde kaçınılmaz bir biçimde getireceği sarsıntıları ancak çok sağlam bir kimlikle aşabileceğini, zamanında ve çok doğru saptamış olmasıdır... Atatürk'ün, bir yandan Avrupalı bilim adamlarını ve sanatçıları ülkesine davet ederken, öte yandan Türk Dil Kurumu'nu ve Türk Tarih Kurumu'nu kurmuş olması, düşünmesini bilenler için Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, 'kendi kimlik bilincine varma' hedefinin ne ölçüde önemsendiğinin açık göstergeleridir.” Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra bu politika devam ettirilmemiştir. Atatürk'ün bütün uyarıları göz ardı edilerek, başta Rusya olmak üzere, bölgemizdeki devletlerle işbirliğini güçlendirmek yerine, Batı İttifakına katılmamız yüzünden, millî siyasetler takip edilmesi imkânı da büyük ölçüde kaybedilmiştir. Bugün işte bu vahim hatanın bedellerini ödüyoruz. Cemaatin darbe teşebbüsü; vahim sonuçları gözler önünde olan Rusya ve Suriye politikamız bunlardan sadece birkaçıdır. Peki, bu hep böyle mi devam edecek? Sayın Davutoğlu'nun başına gelenler gösteriyor ki, AKP'deki bu tek adam yönetimi; dolayısıyla bu politikalar -ve muhafazakâr seçmen AKP'den başka bir seçenek göremedikçe-, bu iktidar aynen devam edecektir. Eğer MHP'de bir değişim gerçekleşir ve bu değişimi gerçekleştirenler ortaya inandırıcı bir program koyabilirlerse Türkiye'de, 'Batı'lı dostların bile engelleyemeyeceği' hiç umulmayan gelişmeler yaşanabilir. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.