Sultan Abdühamid dönemi, kız çocuklarının eğitimine ve genel olarak eğitime verilen önem bakımından ayrıca ele alınmalıdır. Türk toplumunda çok özel bir yeri olan kadınlarımız, her ne kadar, 'İndirilmiş Dinin' yerine ikame edilen, “Uydurulmuş Dinin” baskılarıyla, gerilere itilmiş ise de, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kadınlarımızın konumlarını iyileştirecek önemli gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Prof. Niyazi Berkes, “Tanzimat'ın belki de en büyük başarısı 1862'den itibaren, kız öğrencilerin orta eğitim görmelerini başlatması olmuştur. Kız ortaokullarının açılmasının öteki önemli sonucu, kadınlar arasında meslekleşmeye doğru yolun da açılmış olmasıdır. 1881'de ilk kez, bir okulun kapanma töreninde bir kadın söylev verir. Kadınların okul yönetimi işlerine tayinleri 1883'de başlar ve bu tarihlerden sonra, vilâyetlerde de bu yol açılmış olur ki, bu dönem Tanzimat dönemine değil, Abdülhamid dönemine rastlar” tespitini yapmaktadır (Türkiye'de Çağdaşlaşma”, s. 227).
Yüzyıllardır, bu “Uydurulmuş Dinin” etkisi altında bulunan toplumumuzda, kadınların toplum hayatında yer almaları elbetteki, büyük bir zihniyet değişikliğini gerektirmekteydi. Bu konuda Tanzimat'tan sonra önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Fakat bu bakımdan, Atatürk'ün yaptıkları, özellikle kadınlarımız tarafından çok iyi bilinmelidir.
Aydınlarımız, sadece Sultan Abdülhamid konusunda saplantılı değillerdir. Tarihimizdeki birçok hadiseye, yanlış ezberlerin karanlığında bakılmaktadır! Matbaanın ülkemize, din adamlarının karşı çıkmaları nedeniyle çok geç geldiğine inanılması da bu yanlış ezberlerden birisidir. Prof. Sina Akşin, bu konuda şu bilgiyi vermektedir: “1493'de İspanya'dan kovulan Yahudiler İstanbul'da ilk matbaayı kurdular. İki yıl sonra, Selânik'te ikinci matbaaları açıldı. Ermeniler 1567, Rumlar l627'de Osmanlı ülkesinde matbaalarını kurdular. Müslümanların matbaa kurmaları hususunda dinsel ve örfî bir yasak söz konusu olmadığı hâlde, matbaa bizde ancak, Macar dönmesi İbrahim Müteferrika ve Sait Mehmet Çelebi tarafından l727'de kuruldu. İlk kitap l729'da çıktı. Matbaa ciddî bir muhalefete uğramadığı hâlde l743'de 17 kitap basıldıktan sonra kapandı. Derken 1784'te gayrete gelindi ve Müteferrika matbaası tekrar açıldı” dedikten sonra, bunun sebepleri üzerinde de şu ilginç açıklamayı yapmaktadır: “Osmanlı için kitabın en önemli yönlerinden biri, yazısı, resimleri, süsleri, cildi ile bir sanat eseri oluşuydu. Bilgiye ihtiyacı olanlar, elle yazılı kitapları satın alabilecek kudretteydiler. Matbaa kitabı ise, örneğin makine halısı gibi, makbul olmayan bir şeydi (“Türkiye Tarihi”, Cilt III, s. 12).
Bize, sanayileşme konusunda bir hayli fark atan Çarlık Rusya'sı da, bu konuda bizden pek ileri bir durumda değildi. Nitekim, Prof. Niyazi Berkes, Rusya'da matbaanın, 1711'de Petro zamanında açıldığını, onun Çarlığı zamanında 600 kitap basıldığını belirtmektedir (“Türkiye'de Çağdaşlaşma”, s. 558)!
Matbaanın ülkemize geç gelmesinin önemli bir eksiklik olduğu muhakkaktır. Fakat diğer taraftan, her şeyi ihtiyaçların belirlediği de bir gerçektir. Çok sayıda kitap basılması için büyük bir alıcı kitlesinin de olması gerekir. Osmanlı devletinde bu kitle henüz meydanda yoktu. Bunun bir nedeni de, Arapça Alfabe ile okuma yazma öğrenmenin son derece güç olmasıydı. Sultan Abdülhamid'in de, Arap harfleriyle okuma-yazmanın güçlüğü karşısında, Lâtin Harflerinin kabulü konusuna sıcak baktığı bilinmelidir.
Harbiye; l834 yılında kurulmasına rağmen, ancak l845'ten sonra “Harbiye” ve “İdadi” diye ikiye ayrılmasıyla ciddî bir eğitime kavuşabilmiş ve ilk mezunlarını l848'den itibaren vermeye başlamıştı! 1852 yılında bütün ülkede ancak 3371 öğrencinin okuduğu 60 Rüştiye mektebi vardı. Müsbet bilimlerin okutulmadığı İstanbul medreselerinde l6.752 öğrenci okumaktaydı ve bunların da pek azı dört işlemi bilmekteydi! İstanbul'daki gayrimüslim okullarında ise, kızlı erkekli 19.348 öğrenci okumaktaydı!
ABDÜLHAMİD EĞİTİME BÜYÜK ÖNEM VERMİŞTİR
Eğitim alanında en büyük ilerleme, II. Abdülhamid'in padişahlığı döneminde yaşanmıştır. Bu konuda Prof. Sina Akşin'in verdiği bilgilerden, 'günün şartlarına göre, ortaokul seviyesinde l867'de 108 adet olan ve 7.830 öğrencinin okuduğunu; Rüştiye sayısının, l895'de 426'ya, öğrenci sayısının 33.469'a yükseldiğini; yine bu dönemde, l00 kadar İdadinin kurulduğunu, bunlarda 5419 öğrencinin bulunduğunu' öğreniyoruz. Fakat ne var ki, azınlık ve misyoner okullarında okuyan gayrimüslimlerin sayısı 82.000'in üzerindedir! Osmanlı ülkesinde, 14 milyonun üzerindeki Müslüman'a karşılık, 4.838.000 başka dinlerden olduğu dikkate alınırsa, Müslümanların eğitim kurumlarının yetersizliği meydana çıkar. Abdülhamid döneminde bir hayli yüksek öğrenim kurumu da açılmıştır. 1878'de İstanbul'da; 1907'de Selanik, Konya ve Bağdat'ta Hukuk Mektepleri, 1902'den sonra Şam'da Tıbbiye Mektebi, l883'de Sanayi-i Nefise Mektebi, l884'de Ticaret Mektebi, l884'de Mühendis Mektebi, l900'de Darulfünun-u Şahane yani İstanbul Üniversitesi gibi birçok okul açılmıştır (Türkiye Tarihi, III. Cilt. s. 179).
Genç (Yeni) Osmanlıların ve Jön Türklerin (İttihatçıların) en büyük hataları, özgürlüklerin geliştirilmesiyle, her şeyin yoluna gireceğine inanmalarıdır. Buna karşı çıkan Şinasi ise, 'Halkı aydınlatmadıkça, politik eylemde başarı sağlanamaz' görüşünü savunmuş ve Avrupa'dan yurda dönerek, çıkardığı bir gazete ile, milleti aydınlatma işine girişmiştir!
Prof. Niyazi Berkes, Paris'e giden Cemiyet üyelerinden birinin notlarından, günümüz aydınlarına da ders niteliğindeki şu alıntıyı nakletmektedir: “Ben, bir ülkenin öyle üç beş kişinin isteğiyle değiştirilemeyeceğini anlayarak, çabalarımızın yerinde harcanmakta olup olmadığı konusunda büyük bir şüpheye düştüm. Maarifsiz gerçeğe varmanın (yani halk eğitilmeden) imkânsızlığını anlayarak, elime geçen fırsattan yararlanıp, kendimi Paris'te okumaya gelmiş bir öğrenci saymaya başladım” (“Türkiye'de Çağdaşlaşma”, s. 281).
Sultan Abdülhamid, Jön Türkler hakkında şu çok anlamlı değerlendirmeyi yapmaktadır: “Bizim Jön Türkler hayâlperesttirler çünkü, bizde Kanun-u Esasî'yi ve meşrutî hükümeti ilân etmek, umumî bir karışıklığı davet etmek, herkesi birbirine düşürmek demektir. Bu, bütün Osmanlı İmparatorluğu'nu sarsar. İngilizlerin, her vesileyle Jön Türkleri tutmaları şayanı dikkattir ve bizim memleketimizde Kanun-u Esasî'yi getirmek için ellerinden geleni yaparlarken, aynı şeyleri Hindistan için reddetmektedirler” (Nurer Uğurlu, “II. Adülhamid'in Hatıra Defteri”, s. 283)!
Sultan Abdülhamid'in, 1908'de Kanun-u Esasî'yi kabul sebepleri hakkındaki şu tespitleri de âdeta bir kehanetten farksızdır: “Ordu iki kısma bölünmüştür ve kaynaşma halindedir. İngiliz politikasının tesirlerini izale edebilecek bir tek çare kalmıştır o da, bizzat kendim, inkılâpçı görünenlerin başlarına geçerek, Kanun-u Esasî'yi ilân etmek, bu suretle de İngilizlerin tavsiyelerine uymuş görünmektir. Bu, İngilizlerin tertiplerini muvaffakiyetsizliğe uğratacak yegâne çaredir. Bugün inkılâp fikirleriyle mest olan bu adamlar, yarın tavsiye ettikleri bu yeniliklerin, felâkete götüren yollar olduğunu anlayacaklardır” (Uğurlu, age. s. 285)!
Meşrutiyet'in ilânından sonra yaşananlar Sultan Abdülhamid'i haklı çıkaracaktır! ./…
NOT: Bu cuma ve pazartesi akşamı, TRT 1'de yayımlanmakta “Payitaht Abdülhamid” ve “Ya İstiklâl Ya Ölüm” adlı dizileri seyrettim. Öncekileri seyretmediğim için gerçekten pişmanım. Doğrusu, bu TRT yönetiminin, tarihimize bu kadar objektif bakan böyle diziler yapacaklarına inanmıyordum. Yanılmışım! Umarım sonraki bölümlerde de aynı objektifliği sürdürürler. Değerli Yeşilgiresun okuyucularının izlemelerini tavsiye ederim. Bizim Abdülhamid yazı dizimizin de, TRT'deki dizi ile çakışması güzel bir tesadüf oldu.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.