Başbakanımızın Başdanışmanı, “Ergenekon davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukukî hesaplaşmasının adıdır” diye buyurmuş! Tarihimize önyargıların bağnazlığında bakılırsa hiçbir şeyi yerli yerine oturtmak mümkün değildir. Bir kesim çıkar, Balkanları kaybetmemizin ve koca bir imparatorluğun yok olup gitmesinin baş sorumlusu olan Jön Türkleri, İttihat ve Terakki'yi, II. Meşrûtiyet'i bir devrim olarak alkışlar ve siyasetini bu temel üzerinde sürdürür; bir başka kesim de, bunun karşısındaki Hürriyet ve İtilâf çizgisini benimser ve hepimizin varlığımızı borçlu olduğumuz Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkar! Trablusgarp elden gittiğinde, 'Bu, ittihatçıların yüzünden oldu; bu yüzden İttihatçılar itibar kaybedecekler' diye sevinen Hürriyet ve İtilâf yanlıları ile; harbin dışında kalabilecekleri hâlde, müthiş bir basi-retsizlik örneği sergileyerek, ülkeyi I. Dünya Harbi'ne sokan İttihatçılar hakkında, Sultan Abdülhamid'in şu değerlendirmesi oldukça anlamlıdır: “Trablusgarp elden giderken muhalifler sevinçlerinden mebu-san salon ve koridorlarında hora teptiler. Sonra da, muvafıklar harbi umumîyi alkışlarla kabul et-tiler!” Evet, devlet yönetiminde yarattıkları zafiyet sebe-biyle Balkanların kaybından sorumlu olan İttihatçılar, hiç gereği yokken ülkeyi I. Dünya Harbi'ne sokarak, imparatorluğun çökmesinin de müsebbibi olacaklardır. Hürriyet ve İtilâfçılar ise Mütareke Dönemi'nde, işgalcilerle işbirliği yapmaktan çekinmeyecektir! Atatürk Döneminin, Bölge Merkezli ve 'Tam Bağımsızlığı İlke Edinen Milliyetçi Bir Siyaseti' kararlılıkla sürdüren Türkiye'si ise, dünyanın ilgi odağı ve sömürge ülkelerin kendilerine örnek aldığı bir ülke olmuştu! Türkiye Atatürk'ün ölümünden sonra müthiş bir savrulma yaşamaktadır. Atatürk'le yaptığımız sıçrama küçümsenmiş ve 19. yüzyılın sonlarında, İmparatorluğu yaşatabilmek için aydınların bel bağladığı Batıcılık, İslâmcılık ve Osmanlıcılıktan (günümüzde Yeni Osmanlıcılık) yeniden medet umulur olmuştur! Hâlbuki, bunların hepsi o dönemde yoğun bir şekilde tartışılmış fakat hiçbirinin derdimize çare olamayacağı anlaşılmıştı. Cumhuriyet, o büyük insanın önderliğinde, geçmişin bütün bu tartışmalarından ders çıkarılarak, millî bir sentezle kurulmuştur. Eğer bugün hâlâ daha bu coğrafyada varlığımızı sürdürebiliyorsak, bunu o sentezin gerçekçiliğine borçluyuz. Mısır'da 11 yıl kaldıktan sonra ülkeye dönen Mehmet Akif Ersoy'un 1936 yılında Yarım Ay dergisinde yayınlanan mülâkatındaki şu değerlendirmeler özellikle 'Cumhuriyetle hesaplaşmak' zihniyetinde olanlar tarafından dikkatle okunmalıdır: “İstiklâl mevhumunu anlayan bir münevver Mısırlı, Türk inkılâbının âşığıdır. Mısırlılar dünkü Türkiye'yi değil, bugünkü inkılâp Türkiye'sini takdir etmekten aslâ kendilerini alamıyorlar!” Mısır aydınları bu düşüncede iken, bir kısım Türk aydınlarının Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkışmaları nasıl açıklanabilir? Sedat Ergin'in yazdığına göre, Beyaz Saray'ın, Web sitesine koyduğu basın açıklamasındaki “Başkan; Başbakan ve Türk halkının Ramazan Bayramı'nın başlangıcı vesilesiyle en iyi dileklerini iletir” ifadesi Başbakanlığımızın web sitesine konulurken “Türk Halkının” ifadesi çıkarılmış! Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Ne yazık ki, Cumhuriyet sentezinin anlamını idrakten yoksun olan siyasetler yüzünden ödediğimiz fatura her geçen gün biraz daha kabarmaktadır. Son olarak önümüze konulan 'Açılım Projesi' yani 'Kürt Açılımı' son raunttur. Şu işe bakınız ki, bu topraklarda tarih boyunca bağımsız bir devlet hâline gelmek yeteneğini gösterememiş bir etnik gruba, sanki bir hakkı gasp edilmiş gibi bir devlet bağışlanmak isteniyor! PKK Partisinin sözcüsü Pervin Buldan “İran'da, Irak'ta, Suriye'de, Türkiye'de arada sınırlar olabilir. Ama Kürtler bütün bir Kürdistan'da tek parça, tek ses, tek yürektir” diyor ve 'yavaş ilerleyen sürecin hızlandırılması için' 1 Ekim'e kadar süre veriyor! Sözleri âdeta 'Nota'dan farksız! Neymiş efendim, 'Bu coğrafyadaki bütün Kürtler tek yürekmiş!' Bütün Türklerin birliğinden söz eden Milliyetçi Türklere 'IRKÇI' diye saldıranlar, hiç utanmadan bu ırkçılığa alkış tutuyorlar! Türkiye Cumhuriyeti bir kısım topraklarındaki egemenlik haklarından vazgeçerken, yandaş televizyonlara çıkarılan 'uzmanlar' koro hâlinde 'Ama bakın artık şehit cenazeleri de gelmiyor' diyebiliyor! İngiliz subayı Armstrong Mütareke Dönemi İstanbul'u hakkında şu anlamlı tespiti yapmıştı: “İstanbul şehri bir yara. Burada büyük idealler ve ilhamlar yok. Burası, kirli sokaklarda yaşayan bayağı insanların şehri. Burası entrika, rezalet, hile, korkaklık karargâhı. Hain erkekler ve namussuz kadınlar şehri” (Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”, s. 132)! Armstrong yaşasaydı, acaba günümüzün Türkiye'si için neler söylerdi? İngiliz Financial Times gazetesi, Türkiye hakkındaki bir değerlendirmesinde, 'Diktatörlüğün korkusu Türkiye'nin üzerinde. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın skandala dönüşen adaletsiz davaları, İslâmî faşizmin işareti' görüşüne yer vermiş! Hâlbuki, daha geçtiğimiz günlerde Amerikan Senatosu'ndaki bir özel oturumda, AKP ve Erdoğan Hükümeti 'En fazla Amerikan çıkarlarına hizmet eden hükümet olarak' değerlendirilmişti! Amerikan desteği olmasa Türkiye'de bir iktidar ne kadar ayakta kalabilir? Bu söylem, Batı'nın Türk aydınına karşı yürüttüğü psikolojik harbin enstrümanlarından sadece bir tanesidir. AKP 'İslâmcı' olarak takdim edilerek aydınlar vaziyet almaya davet ediliyor! Bu oyun, bugüne kadar hiç aksamadan uygulanmıştır! Ergenekon davasında aldığı ağır hapis cezasından üzüntü duyduğumuz Prof. Yalçın Küçük, Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir yazısında 'İslâmiyet zenginlerin dinidir' diye bir tespitte bulunmuş! Osman Ulagay da, daha önce şu itirafı yapmıştı: “İlkokuldan sonra yabancı dilde eğitim yapan okullarda okudum. Doğu ve İslâm kültüründen çok Batı kültürünün ve değerler sisteminin etkisi altında kaldım. Batı'nın sanatına, müziğine, edebiyatına, yaşam tarzına yakın oldum. Din faktörü hayatımın hiçbir döneminde belirleyici olmadı!” Evet! İşte kumaş bu! Bu kumaştan milleti saracak bir elbise çıkarmak ne mümkün! Ne yazık ki, aydınlarımızın İslâmiyet hakkındaki bilgileri son derece sığdır. Bir tartışma sırasında, Peygamberimizin bir hasırın üzerinde yattığını söylediğimizde, “Olur mu canım; Peygamber Devlet Başkanıydı; bu kadar yoksul bir hayat yaşaması mümkün müydü?” tepkisi ile karşılaşmıştık! Hâlbuki, güvenilir bir kaynaktan Peygamberimizin hayatını okumuş olsalar gerçeği göreceklerdi. İlk defa Peygamberimizin yattığı odaya girdiğinde, yatağının bir hasırdan ibaret olduğunu gören Hazreti Hamza'nın ağladığını; O'nun Toplumculuğunu; Eşitliğe, Adalete ve Paylaşmaya verdiği önemi bilselerdi, Batı'dan ithal ideolojilerin peşine takılıp kendi milletlerinden bu kadar uzaklaşırlar mıydı? Paylaşmayı, Adaleti, Eşitliği öngören İslâm ne zenginlerin dinidir ne de faşizmle bir ilgisi vardır. İslâmî Faşizm, Ilımlı İslâm, Radikal İslâm; bunlar hep Batı'da üretilen kavramlardır. Müslüman ülkeleri kan gölüne çeviren, Allahu Ekber diyerek Müslümanların kafasını kesen sözde İslâmî örgütlerin hepsinin arkasında Batı vardır. Türk aydını milletinin inancına bu kadar Fransız olmasaydı, İslâmiyet hakkında bir nebze bilgi sahibi olsaydı, Ali Şeriati'nin deyimiyle, 'Halkın Vicdanı' olan bu yüce din, 'Halkın Afyonu' hâline getirilebilir miydi? Şu tabloya bakın hele! Irak'a demokrasi getireceklerdi. Şimdi de Suriye'ye demokrasi getiriyorlar! Irak'ta bir milyonun üzerinde Müslüman'ın ölmesi yetmedi; şimdi de hergün onlarca insan intihar bombacılarıyla katlediliyor! Suriye'de ölenlerin sayısı yüz bini aştı; tarihî şehirler yerle bir edildi! Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, Irak halkı Saddam döneminde mi daha mutluydu yoksa, bugün mü? Suriye halkı, bizim himaye ettiğimiz Özgür Suriye Ordusu denilen çapulcuların isyanından önce mi daha mutluydu yoksa bugün mü? Türk aydınları İslâm'ı ve Atatürk'ü doğru anladıklarında, Bölge Barışının ve Bölge Milletlerinin Refahının emperyalistlerle değil, bölge devletleri ile işbirliğine bağlı olduğunu da anlayacaktır. Sâdâbat Paktı'nı Atatürk bu amaçla kurmuştu. Devam ettirilseydi emperyalizm bölgemizde bu kadar etkin olamazdı. Bugün Mısır'da yaşananlar da emperyalizmle flörtün bir faturasıdır. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.