Hafız Ali Rıfkı MERTDOĞAN aslen Bardakçıoğullarından olup; babamın dayısıdır. Rahmetli babamın notları arasında dayısı ile ilgili şu ifadeler yer alır.
“Dayım Ankara’da ikamet ediyordu. Çok sevdiği Giresun’u ve askerlerini unutmuyordu. Birkaç yılda bir Giresun’a gelir ve bize konuk olurdu.
Osman Ağa’yı mezarı başında ziyaret etmeyi ihmal etmezdi. O’nun Milli Mücadele’deki olağanüstü hizmetlerini takdirle karşılardı. Bulancak ve Keşap’taki askerlerini telefonla bir araya toplayıp sohbet etmeyi severdi.
Dayımız, milli duyguları dorukta, ülkesini ve milletini seven bir yapıya sahipti. Atatürk’e hayrandı. O’nun evrensel dünya görüşü ile devlet yönetimindeki üstünlüğünü ve askerlik sanatındaki olağanüstü dehasını takdirle karşılıyor ve bize Atatürk sevgisi aşılıyordu. Sevgi ve saygıda kusur etmediğimiz dayımız (merhum) Hafız Ali Rıfkı Mertdoğan, Milli Mücadelemizin şerefli subaylarındandır.
Hafız Ali Rıfkı Mertdoğan’ın oğlu dayızadem Akgün Mertdoğan Chicago’da ikamet etmektedir. Yükseköğrenimini ABD’de gördü. Aldığı eğitimle makine mühendisi oldu. Öğrenimini tamamladıktan sonra, yurda dönüş yapmadı. Chicago’ya yerleşti.”
Babamın notları arasında Chicago’dan gelen bir mektup dikkatimi çekti. Akgün Mertdoğan tarafından gönderilmişti. Mektubun konusu Hafız Ali Rıfkı Mertdoğan idi. Tarihin tozlu raflarında kalmış bu mektuptan bazı anekdotları sizlerle paylaşmak ve Giresunlu bir subayın esaret ve özgürlük dolu ilginç yaşam öyküsünü aktarmak istiyorum.
Muharip Gazi Ali Rıfkı Mertdoğan 1889 yılında Giresun’da doğdu. Bardakçıoğlu İzzet Bey ile Gül Hanımefendi’nin evlatlarıdır. Yedi kardeşten üçüncüsüdür.
Beş yaşında hafızlık icazetnamesini aldı. O yıllarda ailede üniversite öğrenimi gören tek kişidir. Rüştiye ve idadiyi bitirdikten sonra, İstanbul’da Darülfünun’a girdi. Mehmet Akif ERSOY, O’nun ahlak dersleri hocası idi. Aldığı köklü din eğitimi ile de, çocuklarına Hz. Muhammed (SAV)’in, ”Allah dini, ahlak üzerine kurmuştur” hadisini yinelerdi.
Hafız Ali Rıfkı Bey, üniversite öğrenimini sürdürürken, 1914 yılında “Cihat-ı Kebir” (Büyük Cihat) dedikleri “Birinci Dünya Savaşı” başladı. Hafız Ali Rıfkı Bey Harp Okulu’na alındı. Öğrenimini tamamlayarak, teğmen rütbesiyle mezun oldu.
Mezun olur olmaz, Van Cephesi’ne sevk edildi. Kurada süvari sınıfına seçildi. Konyalı bir arkadaşının, “Zafer piyadenin süngüsünün ucundadır” sözünün etkisi ile piyade sınıfına geçti.
Balkan Savaşı nasıl sona erdiyse, patlak veren Umumi Savaş’ta son bulacaktı. Ne çare ki, savaşın seyri umulduğu gibi gitmiyordu. Ermeniler, Osmanlı tebaasına tabi oldukları halde, Van Harekâtı sırasında Rus ordusuna katıldılar. Ermenilerin de katıldığı Rus ordusuyla savaşıyorlardı. Bizim silahlarımız, 900 metre, Rus ordusunun silahları ise 1500 metre mesafeye ulaşıyordu.
Van civarında araştırma yapmak üzere gelen, Mr. Vic ve Mr. Mika adlı iki Amerikalı ile karşılaştı. Kışın acımasız soğuğunda donmasınlar diye, Türk askerinin merhametini göstermek için, onlara askerleriyle odun gönderdi.
Van harekâtı sırasında, Ruslar bütün gücüyle Sarıkamış’a saldırınca birliği ile Van’dan alınıp Sarıkamış’a sevk edildi. Rus askerleri, o bembeyaz karlı dağlardan kara karıncalar gibi ilerliyorlardı. Rus ordusu donanımlıydı. Bizim askerin üzerinde ne sağlam elbise, ne de ayakkabı vardı. Askerlerin çoğunun soğuktan aylakları dondu.
Temizlenme, banyo yapma imkânı yoktu. Askerleri bit sardı. Bitleri tek tek öldürmek çözüm değildi. Askerler, iç çamaşırlarını saran bitleri süngüleriyle kazıyorlardı. Savaş felaketti. Bir yandan da askerler Rus kurşunlarıyla kırılıyor, ya da esir düşüyorlardı. Askerlerin çoğu donarak ve hastalıktan şehit oldular. Bir yandan kış, bir yandan çalışmayan kötürüm ayaklar ve bitin getirdiği hastalıklar yüzünden askerler kırılıyordu.
Sarıkamış’ta iken, Van’daki başarılarından ötürü üst teğmenliğe terfi etti. Kısa sürede yüzbaşılığa terfi etmesi gerekiyordu. Ancak üst üste terfi edilemez gerekçesiyle, komutanı terfi etmesini engelledi.
Hem Ruslarla hem de dondurucu soğukla savaşıyorlardı. Oldukça zayiat vermişlerdi. Yaralı asker sayısı da azımsanmayacak derecede idi. Müfrezesini ve geride kalan yaralıları toplamaya çalışırken, Ruslara esir düştü. Baykal Gölü’ne yakın Krasnoyarsk şehrindeki esir kampına nakledildi. Esir Alman subayları ile 1914–1917 yılları arasında üç yıl esarette kaldı. Bu süre içinde Alman subayları ile içli dışlı oldu. Arapça ve Farsça dillerini biliyordu. Dostluklar sayesinde bildiği dillere Almancayı da ekledi.
Esir kampından kaçmalarını önleyecek tel örgüler yoktu. Zira nereye baksanız, uçsuz bucaksız buzullarla kaplıydı. Bir gün kamp civarında dolaşıyordu. İki Rus yaklaştı. Para istediler. Bildiği iki Rusça sözcük ile onlara “Niyeto dengo, niyeti dengo“ ( Param yok, param yok) diye karşı çıktı. O soğuk havada Ruslar zorla paltosunu alıp kaçtılar. Paltosunun çalındığına üzülmüyordu. Cebinde sakladığı memleketten gelen mektupları gitmişti. En büyük üzüntüsü tekrar tekrar okuduğu mektuplardı.
1917’de Krasnoyarsk’daki Türkler aracılığıyla esir kampından kaçtı. Sibirya demiryolu ile Ufa’ya geçti. Yönetime Bolşevikler hâkim olmuşlardı. Ufa’da çok Türk vardı.
Hafız Ali Rıfkı Bey, bir müddet Ufa’da kaldı. Ufa’daki Türkler, “Halifenin Adamı” yakıştırmasıyla Ali Rıfkı Bey’e hürmet ediyorlardı. Bu vesile ile Ufa’da lise öğretmeni oldu. Ufa’daki öğretmenliği bir yıl sürdü. 1918’de bir gemi ile Hazar Denizi’ne açılan Volga nehri üzerinden Astrahan’a geldi. Bakü’den Türkiye’ye dönecekti ancak mümkün olmadı. Zira bulunduğu yerler İngiliz işgalindeydi. Hazar Denizi’nin karşı yakasındaki Krasnovodsk şehrine, oradan da Türkmenistan’ın Ashgabat şehrine geçti. Ashgabat’ta Emir Cüneyt Han’a konuk oldu. Kendisine “Halife’nin Adamı” olarak ikramlarda bulundular. İltifat gördü.
Nihayet, 1919 yılında memleketi Giresun’a dönebildi. Yunan istila kuvvetleri İzmir’e girmişti. Eski rütbesi ile Piyade Mülazımı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ordusuna katıldı. Sakarya Muharebesi’nde, göğsünden yaralanıp gazi oldu. Yunan ordusu bozulmuştu. Kaçan düşmanı kovalayarak İzmir’e kadar gitti.
Mustafa Kemal Paşa, liderliği tartışılmaz, emsalsiz bir asker ve devlet adamıydı. O’nun önderliğinde 29 Ekim 1923’te “CUMHURİYET” resmen ilan edildi. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından 1952 yılına kadar, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde askerlik şubesi Reisi olarak görev yaptı.
Hafız Ali Rıfkı Bey bir cümlesinde söyle diyordu: “Mustafa Kemal Paşa olağanüstü bir dehadır. O’na gönülden bağlıyım. Çünkü ben de O’nun askeriyim. Türkiye Cumhuriyeti, O’nun fikirleriyle bizi çağdaşlığa götürecek ve sonsuza dek yaşayacaktır.”
1969 yılında Ankara’da yaşama veda eden Hafız Ali Rıfkı Bey ve tüm şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Mekânları cennet olsun.
Kaynak Kişiler
Ö. Erden Menteşeoğlu, Giresun(1940-2016)
Akgün Mertdoğan, (USA) Chicago,
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.