Bugüne değin davet edildiği her yere mutlaka gitmiş bi insanım.
Kimi zaman oldu tarihini şaşırdım, bi gün önceden gittim. Gün geldi zamanını unuttum, iki saat kadar geciktiğim oldu. Hatta bi keresinde kendi dinletim var idi bi 19 Mayıs gecesi, çağrıldığım mekanın neresi olduğunu sormayı akıl edememişim, yanlışlıkla başka bi yerde sahneye çıktım.
Ama, sonuçta her davete icabet ettim bi şekilde.
Geçtiğimiz günlerde, Cumhuriyet Kadınları Derneği Giresun Şube Başkanı, sevgili büyüğüm Emine Şenel arayıp; ''Yarın sabah Kuluncak köyü ilköğretim okulunu ziyarete gidiyoruz, sen de geliyosun'' diyince de kıramadım, davet davettir, ne yapayım?
Telefon alarmımı yanlış kurduğum için, azıcık gecikmeli ulaşabilmiştim randevu yerimize. Allah'tan, Giresun insanının beynine, taa doğuştan ''randevu'' diye bi kavram konulmamış, ben gittiğimde henüz hiç kimsecikler de gelmemişti. İşin tuhafı, buluşma yeri olarak şehrin göbeğindeki bi nokta söylendiği halde, herkes, hiç alakasızca başka başka yerlerde toplanmıştı. İçin için sevinip, gurur bile duydum bundan; ''Giresun usulü randevulaşma budur işte''diyip.
Helbet, şu yaşımdan sonra cinsiyet değiştirecek diğilim, bi cumhuriyet herifi olarak atladım, köye gitmek üzere derneğimize tahsis edilmiş o hışır minibüse…
**** ****
Bi minibüs dolusu insan güle oynaya koyulduk, çıkarken taş çatlasa 20 dagiga gibi tahmin edilen, fakat bi buçuk saatten fazla süren yola. Şarkılar mı söylemedik, neşeli anılar mı anlatmadık, mühüm memleket meseleleri mi gonuşmadık, neler neler?
Daha ilk kilometrede ben şiddetli bi biçimde acıktığım için pastalar, börekler, kekler, çörekler çıkartıldı ortaya poşetler dolusu. Hazırlıklı gelmişlerdi Cumhuriyet Kadınları. Çünkü, huyumu biliyolar, bi dilime doladım mı ''Hiç ikram yoktu, açlıktan öldük'' falan diye, daha da kurtulamazlar 10 sene benden.
Şimdi dedikodu yapmak gibi olmasın ama, Emine Teyze'min poğaçasının peyniri bi miktar az gibi geldi bana nedense. Nermin Teyze'min kurabiyelerini hiç sormayın, çok susamlıydı, içimiz dışımız susam oluverdi. Hikmet Abla'mın kakakolu kekini bi nebze beğenir gibi oldum, ama o kadar ince bi dilim kesmişti ki, hiç bişey anlayamadım. Mine Kardeş'imin elmalı pastası tarçınsız haliyle pekbi yavan idi sanki. Bakın, kendilerine söz verdiğim üzere, hiçbi kusurlarını yazıyo muyum?
Hadi bi de kuru kuruya yedirdiler pastaları; ''İnsan bi termosa çay goyar'' diye söylene söylene bi hal oldum yol boyu, en arka koltukta.
En öndeyse sevgili Şaban Abi'm ve Okul Müdürü kardeşimiz oturuyodu. Sürekli pasta yemekten hiç sesleri fıkları çıkmadı onların, tek kaldım çay hususunda, canları sağolsun…
**** ****
Okula vardığımızda müthiş bi sevgi seli karşıladı bizleri.
Aydınlık yüzlü genç öğretmenler, özveriyle sağa sola koşturan Okul Aile Birliği başkanı abimiz ve minik minik çocuklar. 130 tane, gözleri boncuk boncuk bakan çocuğun arasında cennete düşmüş gibiydik adeta.
Büyükçe bi sınıfta oturup sohbet ettik ilk önce çocuklarla. Tüm olanaksızlılara karşın cin gibiydi tümü de. Biraz neşeli, biraz utangaç, biraz meraklı, biraz sıkılgan. Kırmızı yanaklı, aslanlar gibi çocuklardı hepsi… Allah nazarlardan esirgesin bu memleketin bütün köy çocuklarını.
Daha sonra, Cumhuriyet'imizin ne zor koşullarda kazanıldığını anlatan ibretlik bi video izledik hep birlikte. Biraz daha büyüdüklerinde, geçmişimizi de, bugünlerde yapılmaya çalışılan ihanetleri de daha iyi algılayacaklardır umarım.
Bunların peşi sıra, ben devraldım görevi. 2 tane türkü çalıştık çocuklarla. Bi ben söyledim, bi onlar. Bi erkekler söyledi, bi kızlar. Ne harika oldu, bi bilseniz. Finalde; ''Ankara'nın taşına bak'' türkümüzü hep bi ağızdan söylemeyi daha doğru bulduk.
Abileri olarak; ''Mutlaka okullarınızı bitirip, doktor olun, avukat olun, mühendis olun, öğretmen olun, müzisyen olun, mutlaka bişeyler olun, işte Atatürk asıl o zaman mutlu olacaktır'' gibisinden bi öğüt vermeye gayret ettim çocuklarımıza. Ne has etmişim, ağızlarımı seviyim.
En son Şaban Hoca'mızın o eşsiz yorumuyla okuduğu ''Kuvvayi Milliye Destanı'' adlı şiirle tamamladık programı.
**** ****
Güzel, güpgüzel bi gündü yaşadığım. Maç bile yaptık keratalarla. Gerçi, santraforu benim olduğum takım açık farkla yenildi, ama sağlık olsun… (Hakem kötüydü)
Gece yatağıma uzandığımda, neden takılıp kaldı aklım, sadece ve sadece o güzel gözlü çocukların yoksul ayakkabılarına?
Oysa, minibüsün camından gördüğüm, o tuhaf ''U Dönüşü'' yaparak gerisingeri akmaya başlayan dereyi yazacaktım aslında. Dünyanın en güzel bitki örtüsünü yazacaktım. Adeta; ''Gelin de buradan tren yolu geçirin, bırakın kamyonu, otobüsü'' der gibi yalvaran doğayı…
Kim yapacak bunu, kim? Yarım asırlık yolcu vapurlarımızı öldüren, sahilimizi otoban yapan o karacahil zihniyet mi?
Bütün köylü çocuklarının pırıl pırıl ayakkabılar giyebileceği o soylu düzeni özleyerek uyumuşum…
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.