lacaktı? Epeyce bi süredir cep telefonum ''sessiz-titreşim'' konumda ya, onu diyom işte. Çok şükür ki teknoloji bizlere böyle bi fırsat sunmuş, arayanların en az yarısını duyup da fark etmiyom bu sayede. Rahat yaşıyom bi miktar da olsa. Bi insana hiç mi normal bi telefon gelmez? O gün de aynen öyle oldu… ''Ben Doğan Turan'' dedi karşımdaki ses. Devlet Tiyatroları Sanatçısı olduğunu biliyodum, hemşerimizmiş de meğer aynı zamanda. Bi süreliğine memlekete gelmiş'miş, sağolsun, var olsun, beni de görmek istemiş canı. Buluşup, kucaklaştık çay ocağının birinde. Karşımda pamuk sakallı, nur yüzlü, melek sesli, evliya kılıklı bi adam. 40 yıllık dostuz sanki; ''Ben senin yazılarının hayranıyım yahu mübarek çocuk'' diye sarılıp duruyo boynuma koskoca üstad. Benim zırdeli yazılarımı kesip saklar imiş, tiyatrocu arkadaşlarına da gösterir imiş falan. Çehov'vari bi adammışım… Tövbe estafurullah… Bunları duyup da mutlu olmamak elde mi? Azıcık havalara girip; -''Evet Doğan Abi, Anton Çehov biraz beni andırır'' diyecektim, dillerim tutuldu da bunu bile diyemedim. Sevinmek, şaşırmak, şad olmak gibi tüm insancıl duygularımla kalıverdim oracıkta… **** **** Yok hayır, yanlış okumadınız, az zamanda o denli samimi olduk ki, ''Doğan Abi'' hitabım doğrudur. Bazı sanatsever dostların da katılımıyla, uzun uzun oturup gonuştuk hasır taburelerin üstünde. Doğan Turan'ı ekranlardan tanıyan genciyle-yaşlısıyla pekçok gişi, fotoğraflar çekilme isteğiyle bölseler de sohbetimizi, zamanın nasıl geçtiğini şey edemedik hiç. Misal, Doğan Abi'nin; ''Yitik Şair Can Akengin'' konulu, tek kişilik bi tiyatro gösterisini sahneye koyma ihtimalinden gonuşuk ettik pekçe. Çok sevdim bu ihtimali ben. İçlerim titredi hayaliyle. Konu konuyu açtı. Lafın ucu nasıl oralara geldi, anımsayamadım şimdi; ''Bi tiyatro oyunu yazmamı'' istedi benden Abi'miz. Düşündüm tabi bi an, neden düşünmeyecem; -''Tiyatro yazma tekniğini bilmediğim üçün şimdilik beceremeyebilirim, ama ilerde neden olmasın'' diyerek yanıtladım bu güzel isteği. Neden olmasın? Oturup, Giresun'daki sıradan bi günü yazsam, dünyada bundan daha komik ne var? Harbi harbi soruyom, neden olmasın? **** **** Böyle üst düzey sanat adamlarıyla sohbet etmeye doyulmuyo. Kaç saat oturduk, sırtımız nasıl ağrımadı, hiç mi çişimiz gelmedi, neydi bu? Hayatımın en muhteşem zaman dilimlerinden birini tüketmiştim, vedalaşmanın da sırası gelmişti ne yazık. İşte bu veda dagigalarında; 40 yıldır, kaşımla gözüm arasında durmakta olan gözlüğümü, essahtan da ''Kaşla göz arası'' denebilecek bi biçimde kaybettim, çay içtiğimiz mekanın orta yerinde. Ne oldu, nasıl oldu, yere mi düştü, biri yanlışlıkla mı aldı, akıl alır iş diğil? Hem, çok kısa bi sürede fark ettim gözlüğümün gözümde olmadığını. Ortam aynı ortam, kişiler aynı kişiler, az önce gözümde duran gözlük, şimdi yok? Allah Allah? Delirecem yahu, yer yarıldı içine girdi dedikleri bu mudur? Kimin işine yarayacak, numarası bana göre ayarlanmış bi alet, ayrıca? Son bi umut çevre esnafa soruyom; yok!!! Hiç gitmediğim mekanlarda, gözlüğün gözümde olduğunu bildiğim zamanları sorguluyom bi ihtimal; yok!!! Ömrümce ilk kez Belediye Kayıp Eşya Bürosuna bile gittim, öyle bi büro gerçekten varmış, ama yok arkadaş, buluntu gözlük falan yok!!! Hiçbi yerde yok!!! **** **** Hasır tabureden gözlüksüz kalkışımdan tam da 24 saat sonra, çaresiz yenisini almaya karar kılmışken, hiç tanımadığım bi adam aradı beni; ''Gürsel Bey'le görüşüyom di mi'' diyip başladı söze. Otomobilinin arka koltuğunda bi gözlük bulmuş, kesin benimkiymiş, şu an nerdeymişim, oğluyla bana gönderecekmiş. Ulan nasıl olur? Adamı tanımıyom, arabasına hiç binmedim, hatta epeydir hiçbi arabaya binmedim. Trafiğe kapalı bi çay ocağı taburesinden havalanan bi gözlük hiç bilmedik bi arabanın arka koltuğuna nasıl düşer? Bu kadar mı karmaşık bi iş gelir adamın başına durduk yerde? Hem sonra, beni nerden tanıyon, cep numaramı nasıl buldun a adam? O gözlüğün benimkisi olduğundan nasıl böyle eminsin? Oğlun kim, beni ne şekilde tanıyacak? -''Millet Bahçesi denen bi park yerinde oturuyom'' dedim cevaben. Yarım saat geçti geçmedi, daha önce hiç görmediğim gençten bi oğlan, o kalabalığın içinde direkt beni bularak; ''Abicim al gözlüğünü'' demesin mi? Teşekkür ettim çocukcaaza. Ağzım bi karış açık; ''Bu nasıl bi maceraydı yarabbim'' diyerek etrafımı sarmış güvercinlere simit kırıntısı atmayı sürdürdüm. Pek garip, tanımlanamaz bi olay daha yaşamıştım sonuçta. ''Neden olmasın lan'' diye sevindim… Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.