Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda herhangi bir kitabın sayfaları karıştırılırken yahut birkaç kişi oturmuş çay ya da kahveler yudumlanırken veya bir yağmur damlasına bir sonraki eşlik ederken… Bir sahilde, kumsala kalp çizip içine en sevdiğimizi yazarken ya da bıkıp usanmadan sahile vuran dalgalar ayaklarımızı ıslatırken ve de bulabildiğimiz en yassı taşları deniz yüzeyinde sektirmeye çalışırken… Güneşli bir günde oturmuşuz da çimenlere hayallere dalarken, yaslanmışız da bir ağaca ufuklara bakıp bakıp üstümüzden gelip geçen kuşları sayarken ve tepemizde göğü yararak ilerleyen uçakları kanatlarının renginden tanımaya çalışırken… Rüzgârları şiddetine, çiçekleri kokusuna, insanları davranışlarına göre ve kuşları ve denizin köpüğünü ve bulutları ve çimenin yeşilini ve göğün mavisini ve gülün kırmızısını ve ekmeğin sıcağını ve annemizin şefkatini ve babamızın heybetini; ruhumuzda, gönlümüzde, yüreğimizde hissederken, duyumsarken, yaşarken, gururlanırken… Yürürken yabancı bir şehirde tek başına, kendisi tarih olsa da hatıraları hala canlı olan Galata Köprüsünden belki onun kadar belki ondan daha çok tarih kokan Galata Kulesine bakarken, ada vapuruyla Beşiktaş'tan Üsküdar'a martılar eşliğinde ve Boğaz'ın meltemi saçlarından geçerken, Salacak'tan Kız Kulesine varıp da güneşi yolcularken karşı tepelerden… Uzak bir şehirde upuzun bir günün ardından ayaklarını Körfezin dalgın sularına sokup bir yanda şimdi bir yanda dün bir yanda gelecek tam karşındayken, meydandaki saat ilan ederken akşamın oluşunu çoktan akşam olmuş bir şehirdeki beni… Bir filmden, bir şarkıdan, bir şiirden, bir romandan, bir yazardan; tanıdık bir kare, unutulmaz bir nağme, eşsiz bir mısra, mükemmel bir pasaj, zihinlere ve yüreklere kazınmış bir söz düştüğünde gönlünüze… Olur ya hiç beklenmedik bir anda bir telefon çalar ya da tam kaybolduğunuzu sandığınızda aradığınız yerdesinizdir ve bindiğiniz dolmuşta ne zamandır zihninizde olan ama bir türlü anımsayamadığınız o şarkı çalmaktadır ve fazladan birkaç kuruşunuz kalmıştır da keyfinizce hiç hesapsız harcıyorken… Bir şarkının nakaratına hep birlikte eşlik ederken ya da son saniye basketinden sonra hep beraber havalara uçtuğunda ve sevinç çığlıkları tüm salonu kapladığında… En güzel yerinde şarkının, en gürültülü anında maçın, en kalabalık saatinde kantinin, en uzun sırasında yemekhanenin… Yalnız başınayken bir bankta, en tenhasında sanat sokağında, boş derste kütüphanede ve teneffüste koridorlarda… Bir kartopu savaşının en civcivli vaktinde, bir voleybol maçının en hararetli anında, bir yazılının hem birinci hem de tek sorusuna cevaplar ararken… Hani bazen tebeşirle tahtanın temasında iğreti bir ses çıkar da onu sıraların öte beri sürüklenmesinden doğan daha kaba bir ses bastırır ve ortama tam bir sessizlik hâkimken bir kitap ya da çanta düşer de yere bozar bütün ambiyansı, dağıtır tüm konsantrasyonu ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bunların üstüne, hepsinin üstüne içeri ansızın bir eşek arısı girdiğinde… Kelimelerden cümleler kurarken, cümleleri noktalarla, yüklemden uzak düşen özneleri virgüllerle ayırırken, isimdi, sıfattı, zarftı bunlar da YKS'de çıkar mı diye düşünürken… Bir hediye seçerken, bir plan yaparken, bir şiir okurken, bir olay anlatırken, bir dilek tutarken ve dua için ellerini kaldırmışken… Çırpıp çırpıp kek yaparken, nadir de olsa set aldığında masa tenisinde, âşıkken, platonikken, sarmalardan, dolmalardan yemek bir türlü nasip olmamışken, attığında sen atmamış, vurduğunda sen vurmamışken ve yıllar su gibi akıp gitmişken… Afili Yalnızlık çalarken radyolarda, Dünyanın Bütün Sabahları dönerken televizyonlarda, Yaş Hikâyesi sosyal medya hesaplarında alıp başını gittiğinde, Beni Çok Sev çaldığında programda… Bir sahafta Mai ve Siyah'ın orijinaliyle karşılaşınca, çok satanlarda Nar Ağacı'nı gördüğünde, kıyıda köşede kalmış eşyalarını karıştırırken Yusufcuk'a rastladığında, içine bir Od düşüp de Osmancık gibi bir imparatorluğun temellerini atarken ya da İstanbullu Hoca iken Küçük Ağa olup Akşehir'de bir kurtuluş ateşi yakmışken… Şaşırıp kaldığınızda, sevgileri yarınlara bıraktığınızda, deli gönlünüz uslandığında, sırada beklerken akşam ezanı okunduğunda, ipek böceği kozasını ördüğünde, Yusuf devesine kavuştuğunda, kızıl havalar akşamı haber verdiğinde, paranızın 2/8, 3/7 ile ne yapacağınızı bilemediğinizde, karşınızdakilerin değil kendi çiçeğinizi defterinize çizdiğinizde… … Üç noktalardan sonra biz de düşüyor muyuzdur akıllara, biz de geliyor muyuzdur hatırlara? Bize de bir bardak çay ısmarlayan bulunur mu oralarda? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.