Bu yazıyı yazmamak için ne kadar direndiysem de belki bilinçaltım, belki de-yok, yok kesinlikle- uslanmaz yüreğim, en doğrusu hiç bitmeyen çocukluğum-ah şimdilerde benden çok uzaklarda kalan çocukluğum- bana bu satırları cebren ve hile ile(!) dikte ettirdiler desem, sezadır.
Her an her saniye görüp göremediğimiz onlarca, yüzlerce, binlerce şey oluyor ve biz(ler) hiç mi hiç ama şaşırmıyoruz!
'Güneş, bin yılda bir doğsaydı insanlar o günü bayram ilan ederlerdi.' mealinde bir söz duymuştum bir zamanlar yahut okumuştum bir cümle kim bilir hangi kitapta? Tekrara düşmeden yinelemek gerekirse bunca olay sağanağının, bunca bilgi bombardımanının, şunca harikulade bir hayatın içerisinde hiç şaşırmayanlara doğru ben çok şaşırıyorum hayretler içerisinde!
Modern zamanların insanoğluna yaptığı en büyük kötülüklerin başına, şaşırmama, merak etmeme ve hayret duymama duygularını yitirmiş olmayı koysak, yanılmış olmayız, sanırım.
Burada ifade etmeye çalıştığımız şaşırma, merak ve hayretin gündelik hayatın basit iş ve işleyişlerini daha da karmaşık hale sokan alelade bir dedikodu dürtüsü perspektifinde ele alınmamasını rica ederiz. Burada, daha ziyade insanoğlunun kendi varoluşsal sürecini inşa ederken kullanageldiği ve bundan sonra da kullanmaya devam etmesi gereken bir yolculuk pusulasını imlemeyi murat ettiğimizin nazarlardan kaçmamasını, bir kez daha duyarlı zihinlerin izanına bırakıyoruz.
Ne mi söylemek istiyoruz? Biraz duyarlılık, biraz naiflik; azıcık özen, azıcık hassasiyet.
Mesela siz sevgili bayan, hiç yağmurda ıslandınız mı? Ya siz bayım, size diyorum bayım size- umudu bir ceket gibi hiç giyidindiniz mi üstünüze? Ve siz ey çocuklar, ne zaman korkmadan ve ağlaman bir su birikintisinde zıplayarak baştan ayağı ısladınız ya da henüz sabah çiği üzerinden buharlaşmamış yemyeşil çayırlarda annenizin azarından azade şekilde koşup yuvarlandınız?
Sahi, buharlaşma neydi sevgili çocuklar, hayallerimizden bile büyük, kocaman, devasa yemyeşil çayırlar nasıldı ve neye benzerde sabah çiği? Bak daha yıldızlar var sırada, sonra ay dede, küme küme bulutlar, sürü sürü göçmen kuşlar var daha!
Gerçi göçmen kuşların hangileri olduğu ve nerelere göç ettikleri muhakkak öğretilmiştir, kalın kalın duvarlarına nispetle küçücük pencereleri ve boyunuzdan büyük sıraları olan okullarda! Kuşların da bir kalbinin olduğu, onlarında gök gürültüsünden korktuğu, onların da tıpkı bizler gibi bir ailesinin olduğu, anlayamasak da dillerini ve konuşamasak da dillerini, onların da şarkılar söylediğini hiç öğretmişler miydi..?
Haydi siz oynayın çocuğum, haydi oynayın eğer bırakabilirseniz ellerinizden akıllı geçinen telefonları, tabletleri ve kalkabilirseniz televizyonların başından ve hala duruyorsa köşeyi döndüğünüzde yuvarlanabileceğiniz bir kır yahut tırmana-bileceğiniz bir ağaç, benim çocukluğumu da çağırın ki birlikte ısıralım ağzımızın suyunu akıtan, tek gıdası pırıl pırıl parlayan güneşle, dupduru yağmur olan, koşmaktan kızaran yanaklarınız gibi(yanaklarım gibi) kıpkırmızı elmaları ve duyalım o bizi bizden alan lezzetini. Boyundan büyük işlere karışan karıncaları hayranlıkla seyrederken yanağımızı okşayan rüzgârı, kısa pantolonlarımızdan arta kalan bacaklarımıza sürtünen otların arasına en usta ressamları kıskandıracak şekilde serpiştirilmiş çiçeklerin kokusunu hissedelim, duyalım.
İçinizden bazıları çıkıp hem çocukluktan, çocuklardan bahsediyor hem de bir türlü bitmek bilmeyen, uzun mu uzun, girift mi girift(tartışılır!), bırakın çocukları handiyse koca koca adamların bile sabrını zorlayacak cümlelerle keyfimizi kaçırıyor, oyunumuzu bozuyorsun diyeceklerdir!
Her zaman olur böyle! Hep çıkar bizden daha akıllısı! Diyeceğim odur ki aklını beğenenleri burada saymaya kalksam ne benim sayfalarım yeter ne sizin akıllı telefonlarınızın şarjları kifayet eder ne de gazetenin editörü buna müsaade eder!
Belki de çocuklardan ziyade büyüklerdir bu satırların muhatabı. Tam da yeri burasıdır belki sormanın; saygıdeğer hanfendiler ve pek kıymetli beyefendiler, siz hiç çocuk olmuş muydunuz? Sizin de üstünüzden kuşlar uçar mıydı bir zamanlar? Siz de hep beraber oturulup hep beraber kalkılan kalabalık akşam sofralarından hatıralarınıza, günlüklerinize, nevaleler taşımış mıydınız?
Merak etmişimdir hep, hiç 'çok kıymetli, pek muhterem, iki gözüm, can evim, kalbim, …' hitaplarıyla başlayan mektuplar yazdınız mı? Merak işte benimkisi. Ne kadar az merak ediyoruz ve ne kadar çok endişeleniyoruz hiç düşündünüz mü?
İyisi mi susayım ben. Hem çocuklar ne anlarlar ki büyüklerin işlerinden?
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.